Medikal cihaz sektörünün öncü markası Dräger, dünyayı etkisi altına alan pandemi sürecinde 130 yılı aşkın deneyimini yansıttığı ürünlerle hayat kurtardı. “Yaşam için Teknonoloji” sloganıyla geliştirdiği, hastalara solunum desteği sağlayan cihazları ve yüksek akışlı oksijen terapi yöntemleri ile hızlı iyileşme süreçlerini destekledi. Dräger Medikal Birim Direktörü Banu Yılmaztürk’le markanın pandemi sürecindeki üretim ve teknoloji yatırımlarını, dijital dönüşüme paralel olarak geliştirilen siber güvenlik sistemlerini konuştuk.
Tüm dünyayı sarsan pandemi, medikal ürünlere olan talebin artmasını sağladı. Bu süreç Dräger’in üretim ve teknoloji yatırımlarını nasıl şekillendirdi, etkiledi? Firma olarak Ar-Ge ve inovasyon çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Pandemi sürecinde talebi en çok artan alan akut/kritik bakım alanları oldu. Bu dönemde en çok ihtiyaç duyulan medikal cihazlar arasında ventilatörler yer alıyor. Son yıllarda açılan şehir hastaneleri ile yatak kapasitemiz ve dolayısıyla yoğun bakım yatak sayımız dünya sıralamasında yukarılara çıktı. Bununla birlikte, yeni cihaz yatırımları ile kişi başına düşen ventilatör oranında birçok Avrupa ülkelerinden daha iyi durumda olduğumuzu söyleyebiliriz.
Dräger olarak, 130 yılı aşkın süredir akut bakımı iyileştirmeye yönelik yeni cihazlar ve çözümler geliştiriyoruz. Bu dönemde de “Yaşam için Teknoloji” mottomuzla hasta güvenliğine odaklanan ve süreçleri optimize eden teknolojiler geliştirmeye öncelik verdik.
Bu teknolojilerin arasında; direkt yatak başında akciğerdeki solunum dağılımını kesintisiz bir şekilde izlenmeye olanak sağlayan Elektriksel Empedans Tomografi (EIT) cihazı PulmoVista 500 ve “Hayat kurtaran tedavi” olarak adlandırdığımız Yüksek Akışlı Oksijen Terapisi yer alıyor. Solunum fonksiyonlarını doğrudan görselleştiren PulmoVista 500, herhangi bir cerrahi işleme gereksinim duymadan akciğer verilerini bölgesel olarak saptıyor ve bu bölgesel bilgiler solunum terapisinin özelleştirilmesinde kullanılabiliyor. Böylelikle PulmoVista 500, ventilasyonu iyileştirebiliyor ve solunum terapisini optimizde edip ventilasyon kaynaklı akciğer hasarının minimize edilmesini sağlıyor.
Yüksek Akışlı Oksijen Terapisi ise, hipoksemik solunum yetmezliği olan hastaları tedavi etmek için kullandığımız non-invaziv bir terapi yöntemi. HI-Flow Star olarak adlandırdığımız yüksek oksijenli oksijen terapisi ile; hastalara solunum desteği sağlayabiliyoruz ve ayrıca daha sonra entübasyonu önlemeye destek olabiliyoruz. Oksijenasyonda, solunum hızında, nefes darlığında ve hasta konforunda iyileşmeler sağlarken ve ekstübasyon sonrası hastaların daha hızlı iyileşmesine yardımcı oluyoruz. Bu da daha iyi sonuçlar ve daha kısa YBÜ yatışları anlamına geliyor. Bu dönemde ikinci odak noktamız hastane otomasyonu ve dijital dönüşüm oldu. Özellikle birbirine bağlı teknolojiler olarak adlandırdığımız hastane otomasyon sistemleri; monitör, ventilatör, anestezi cihazı gibi farklı cihazlar arasında güvenli bir tıbbi veri alışverişi ile “tıbbi verileri”, “hayat kurtaran bilgilere” dönüştürüyoruz. Böylece tedaviyi kontrol etmek daha kolay, tedavi için karar vermek daha hızlı bir hal alıyor. Yine dijital dönüşüm tarafında “siber güvenliğin” farkındalığını yaratmaya öncelik veriyoruz. Sağlık sektörü, bilgisayar korsanları tarafından en çok tehdit edilen sektörlerden biri. Durum böyle olunca; ürün geliştirme döngüsünün her aşamasında kapsamlı bir siber güvenlik düşüncesi uyguluyoruz. Örneğin, bir ürün piyasaya arzına gelene kadar birçok güvenlik testinden geçmekte ve sonrasında da yeni patchlere açık bir tasarımla piyasaya sunulmaktadır.
Az önce bahsettiğiniz siber güvenlik ve birbirine bağlı teknolojiler konularından detaylı bahsedebilir misiniz? Dräger’in bu konulardaki girişimleri neler oldu?
Burada daha çok siber güvenliğin üzerinde durmak istiyorum. Çünkü dünya üzerinde bir günde gerçekleşen veri kayıplarının %24’ü sağlık sektöründe gerçekleşiyor ve Statista tarafından en son yayınlayan verilere göre; Türkiye’nin %42.8 oranıyla, kötü yazılım bulaşma riskine sahip en büyük 2. ülke durumunda olduğunu biliyoruz. Bu sebeple bir tıbbi cihaz üreticisi olarak “siber hijyenin” öneminin farkındayız ve ürün geliştirme döngüsünün her aşamasında kapsamlı bir siber güvenlik politikası uyguluyoruz. Bu konuyu güvenli geliştirme yaşam döngüsü olarak şöyle özetleyebiliriz. Ürünler piyasaya arzlarına gelene kadar birçok güvenlik testinden geçmekte ve sonrasında da yeni patchlere açık bir tasarımla piyasaya sunulmaktadır. Çünkü bu sürekli gelişim/değişim içeren bir alandır. Piyasaya arzına gelene kadar ise ürün global standartların yanı sıra hem kendi ekibimiz hem etik bilgisayar korsanları tarafından test ediliyor.
Medikal cihaz ve teknoloji yatırımları dışında pandemi döneminde gerçekleştirdiğiniz başka girişimler oldu mu?
Dräger olarak medikal sektörün yanı sıra korunma teknolojileri alanında da hizmet veriyoruz. Pandeminin başlarında en çok talep aldığımız ürün, FFP koruma sınıfına sahip, piyasada n95 olarak da bilinen toz maskeleri oldu. Ayrıca bu dönemde; koruyucu elbise, toz maskeleri, koruyucu gözlükler gibi ürünlerimizi doktorlarımızın güvende çalışmaları için hastane alanına taşıdık. Bu süreçte en fayda sağlayan cihazlarımızdan biri de X-Plore 8000 olarak adlandırdığımız motorlu solunum ünitemiz oldu. Doktorlar, hastanede motorlu solunum ünitesi kullanarak, solunum sistemlerini zararlı partiküller, gazlar ve buharlardan koruyabilirler. Biz de bu uygulamayı düşünerek 19 saat kesintisiz çalışma imkânı tanıyan ve havadaki partiküllerin %99,97’sini filtreleyebilen X-Plore 8000 ürünümüzü hastanelere sunduk.