Mahmut CUMBUL yazdı…
MASSİAD Başkan Yardımcısı
Bir ülkenin hukuk devleti olup olmadığının, bir toplumun ne kadar özgür olduğunu belirlemenin en somut yollarından biri, vatandaşın, sivil örgütlerin haklarının ve özgürlüklerinin, güce ve güçlüye karşı yasal güvence altına alındığı ve bu güvencelerin uygulanmama keyfiyetinin, tartışılmasının, yok sayılmasının söz konusu bile olamayacağıdır. Bu ise, özü itibariyle, önce vatandaş/devlet sözleşmesinin demokratik, adil ve hukuki olması, sonra da sözleşmenin uygulanmamasının düşünülemeyecek anlamına gelmesidir… Özgürlük ve demokrasinin böyle tanımlanmasının en önemli nedeni, bunun toplumun lehine sonuçları olduğunun kabul edilmiş olmasındandır.
Tıbbi Cihaz Sektörü, özellikle son yıllarda, “GÜCÜN” yanlış değerlendirildiğinde ve uygulandığında nelere maruz kalabildiğini acı bir biçimde gördü, yaşadı… Yıllardır, adil ve hukuki olmadığı gerekçesiyle değiştirilmesini, ileri standartlara taşınmasını istediği kuralların, resmi dokümanların, sözleşmelerin DAHİ uygulanmadığı ve hukukun değil kaba gücün ve keyfiyetin belirleyici olduğu sayısız örnek yaşadı sektör… Kötü olan kurallar, çoğu zaman yazısız ve daha kötü kurallarla değiştirildi. Bu dönemde, Kamu otoritesi, esas gücün hukuk, adalet ve dolayısıyla istikrar, verimlilik, süreklilik olduğu gerçeğine tamamen yüz çevirdi.
Yaşadığımız “feragat” sürecinin, vatandaş/devlet sözleşmelerine duyulan güveni neredeyse tamamen bitirdiğinin bir vakıa olduğu açıktır. Kaybolan güvenin tekrar tesis edilmesi ise kolay olmayacaktır. Kamu otoritesinin, bunu anlaması ve güveni sağlayacak adımlar atması önemli ama yeterli olmayacaktır. İş hayatında “güven”, kişisel veya algıya göre değişen, sübjektif bir kavram değil, her iki taraf için de varlığının ve sürekliliğinin sağlanacağına olan inançtır. Burada esas olan şey, ilişkiyi belirleyen yasal ve fiili çerçevenin değiştirilmesi durumunda en az bir tarafa zarar verileceğinin kabul edilmesidir. Düzenlemelerin tek taraflı olduğu, kolayca değiştirilebildiği veya uyulmasının “GÜÇ” tarafından bir keyfiyet olması durumunda, en başta yazdığımız “ hukuk devleti” çerçevesinin zorlanacağını söylemek yanlış olmayacaktır.
Kamu otoritesi, eğer “güveni” tekrar sağlama konusunda gerçekten ciddi ise ve mesafe almak istiyorsa, düzenlediği ve uyup uymamakta özgür olduğu, vatandaş için zararı tartışılmaz bir biçimde açık olan tasarrufların “Kamu yararı” olduğu düşüncesinden süratle uzaklaşmalıdır.
Aslında bu varsayım “gücün güçsüzlüğü”ne dayanan ve bunu teyit eden bir davranış kalıbıdır. Kamu otoritesinin, Sektör ile olan her türlü sözleşmesinde esas olan şey, yine bizzat kendisinin yaptığı düzenlemelerin risk ve olası zararlarını yine Sektöre yüklemesidir. Fiziki gücü elinde bulunduran kamu otoritesi, kendi üzerine düşen görevleri yapmadığından bunun sonuçlarından kendisini değil yine vatandaşı sorumlu tutmayı, ne anlama geldiğini kimsenin tam olarak anlamadığı bir “kamu yararı” fikrine dayandırarak, aslında büyük kamu zararları oluşturmaktadır. Adaletsizlik, verimsizlik, güvensizlik her seferinde daha da büyütülerek bu kısır döngü değirmenine sürekli su taşınmaktadır.
İlgili kamu otoriteleri, zamanında ve sözleşmelere göre ödeme yapmayarak, “gücün” avantajını kullandığını düşünürken, sözleşme metinlerinde, zamanında ödeme yapmamanın yaratacağı risklerden korunmak için türlü kelime oyunlarına başvururken aslında belirsizliğin ve güvensizliğin oluşturacağı ilave maliyetlere sebep olduğunu hiç hesaba katmamaktadırlar veya bunu umursamamaktadırlar. Döviz artışlarında, (Firmaların canını daha da yakacak şekilde) neredeyse otomatik olarak % 20 iş artışından güya istifade ettiğini düşünürken, yasal olarak zorunlu olduğu halde, bir zahmet kendi stok hesabını doğru dürüst yapmayarak, teslimat takvimi vermeyip bunun da yükünü ve maliyetini firmalara yükleyip kısa sürelerde teslimat isterken, yine aynı nedenle, firmalardan, miyadına çok az kalmış ve o saatten sonra satılması mümkün olmayan ürünlerin değiştirilmesini şart koşarken, bunların sonuçlarının büyük “kamu zararları” oluşturduğunu görmemek mümkün mü? Kamu yararı, total verimliliğin, etkinliği, kalitenin öne çıkması demektir, böyle anlaşılmalıdır. Yukarıdaki uygulamaların hangisi, verimliliğe, rekabete, etkinliğe hizmet etmektedir?
Kamu otoritesi, mali, idari güçsüzlük ve yetersizliklerinin bütün acısını “güçsüz”lerden çıkarmayı marifet bildikçe, gücünü kaybettiğini, belirsizliklerden, keyfi davranış ve tutumlardan Sektöre zarar vermekten medet ummanın daha fazla güçsüzlüğe sebep olduğunu artık anlamalıdır. Gücünü, kendisine duyulan güvende aramalıdır.
Gelinen kötü nokta Kamu otoritelerinin karar, davranış ve tutumlarının sonucudur. Güven ortamına kavuşmak ancak bu tutumun değişmesi, buna uygun yasal düzenlemelerin yapılması ile mümkündür.