Prof. Dr. Melih BULUT yazdı…
Sağlık sektörünün dünya çapında yaklaşık 7,4 trilyon dolarlık iş hacmiyle 7,6 trilyon dolarlık gıda ve tarım sektörünün arkasından ikinci sırada geldiğini biliyoruz. Bir kaç yıl içinde sağlığın tarımı geride bırakarak lider sektör olacağı öngörülüyor. Acaba bu liderliğe hazır mı sağlık sektörü? Kanaatime göre hazır değiliz. Bu yazımda liderliğe ‘Kısa sürede nasıl hazırlanabiliriz’ sorusuna cevap olabilecek bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Sağlık, Dünya Sağlık Örgütü tarafından ‘bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hali’ olarak tanımlanıyor. Bu tanıma göre, neredeyse insan yaşamı ile ilgili herşey sağlık sektörünü ilgilendiriyor. O halde sağlık sektörünün iş hacmi ile en büyük hale gelmesi kolayca anlaşılabilir. Ancak bu içerik, bir başka yazının konusu olabilir. Bu yazıda bedensel sağlık için konu olan iş hacmi ile ilgili düşünceler ve çekincelere yer verilecektir.
Sağlık sektörünün en büyük sektör olmasının temel nedeni demografi ve teknolojidir. Öncelikle artan nüfusla birlikte, altyapı yatırımları ile temiz kullanma ve içme suyuna ulaşım, gıda hijyeni gibi halk sağlığının temel alanlarının karşılanmasında ilerlemeler kaydedildi, Sağlık hizmetlerinde elde edilen başarıların da katkısıyla insanlar daha uzun yaşamaya başladı, 2030 yılında doğanlar 100 yaşını kolayca görebilecekler. Ama bunların yarısı kanser, 1/8 i de Alzheimer hastası olacak.
Hastalıklar konusunda çok ustalaştık
Sağlık sektörü olarak hastalıklar konusunda çok ustalaştık. Pek çok akut hastalığın teşhis ve tedavisini algoritmalar halinde kolayca standartlaştırdık. Bir damla kan ile zor hastalıklara dakikalar içinde tanı koyabiliyoruz. Görüntüleme teknikleri milimetre büyüklüğünde lezyonları bize gösterebiliyor, robotlarla, küçücük endoskopik aletlerle ameliyatlar yapıyoruz. İlaç sektörü harikalar yaratıyor. Yani modern tıp hasta söz konusu olunca mükemmel işleyen bir makina, ama aynı makina kronik hastalıklar ve sağlığın korunması, geliştirilmesi söz konusu olduğunda acaip tekliyor. İlaç, tıp, teknoloji gibi sağlık sektörünün paydaşları olarak hasta söz konusu olduğunda gerçekleştirdiğimiz mükemmelliği bu konularda da ortaya koyamadığımız takdirde bizim için harcanan kaynakları etkin kullanamayacağız ve sektör olarak verimli, dolayısı ile başarılı olamayacağız ve toplumun, kamu otoritesinin bir şekilde hışmına uğrayacağız demektir.
Kronik hastalıklar
Hasta ve hastalık temelli sağlık hizmeti sunumunda devrede olan aktörleri buğday silosuna benzetiyorum, Bu silolar eskiden şehirlerimizin girişlerinde azametli yapılar olarak hemen gözümüze çarparlardı. Siloların dev silindirleri benim gözümde sektörün bir paydaşına karşılık geliyor; hastane, teknoloji firmaları, ilaç şirketleri gibi. Her bir silindirin içi bilgiyle, beceriyle, uzmanlaşmayla, standartlarla dopdolu, kendi içlerinde mükemmelliğe ulaşmış durumda, makina güzel çalışıyor. Hasta veya hastalık söz konusu olunca da hemen birbirleriyle uygun şekilde etkileşim ve işbirliği içerisine giriyorlar. Ancak sağlıklı insan, birey söz konusu olduğunda makina tekliyor, duruma yabancılaşıyoruz. Bu dev yapılar birden içi boş, bomboş silindirler haline geliveriyor. Keza kronik hastalıkların takibinde de sistem çok zorlanıyor. Zaten modern tıbbın günümüzde, en sıkıntılı olduğu alanların başında bunlar geliyor. Üstelik kronik hastalıklar sağlığa ayrılan kaynağın büyük kısmını yutuyor, yani lider sektör olmayı bir bakıma onlara borçluyuz ama bu alanda etkin bir takip ve uygulama yapamıyoruz.
Odak noktamız hasta yerine insan olmalı
Bütün ülkelerde devlet sağlıkta ödeyici, hizmet sunucu, düzenleyici olarak farklı oranlarda işin içinde. Bazı istisnalar hariç sağlık bakanlıkları da bizler gibi hasta ve hastalık odaklı organize olmuş durumda. Devletlerin yönünü belirleyen siyasetçiler kısa vadeli çözümler peşinde koşmakta ve kamu genel olarak özel sektörle işbirliğine hep mesafeli durmakta. Temel sağlık hizmetlerine öncelik vermek ne kadar konuşulsa da karar vericilerin gündeminde hep alt sıralarda kalıyor. O halde ilk başta paradigmamızı değiştirmeliyiz, hep birlikte değiştirmeliyiz. Sektörün tüm paydaşları olarak odak noktamız hasta yerine insan olmalı, hastalıkların tanı ve tedavisinden önce sağlığın korunması ve geliştirilmesi hastanelerimize kimsenin yapamadığı tedavileri transfer etmek kadar önemli bir önceliğimiz olmalı. Tüm alanlarda sadece teknik konularda uzmanlaşmayı hedeflememeli, bireyin sağlığını geliştirmek için etkin işbirliğine odaklanmalıyız.
Sağlığı Geliştiren Hastane
Bu yeni durumu biraz daha iyi açıklayabilmek için şehir hastaneleri örneğini kullanacağım; bu hastanelere ihtiyaç durumu, lokalizasyonu, finansman meselesi gibi konuları lütfen bir süreliğine unutun. Günümüzün Sağlık Bakanlığı örgütlenmesine göre bunlar Kamu Hastaneler Birliğine bağlı. Bu birliğin Bakanlığın diğer organlarıyla ilişkisi neredeyse yok. Dünyada `Sağlığı Geliştiren Hastane` kavramının yerleştirilmesi için çabalanırken, bizim özel veya devlet hastanelerimizin karar vericilerinin bu kavramdan pek haberi yok. Yani akut sorunlar olduğunda bu hastaneler güzel çözümler üretecek ama birinci basamak ile etkin bir işbirliği olmadığından, hem kronik hastaların sürekli izlemi için hem de sağlığın korunması ve gelişmesi için katkıları marjinal kalacak. Bir bakıma insanlar hastalansın hastaneye gelsin ve hastane müteahhit firmaya vaad edilen boyutta kullanılsın diye beklenilecek. Sağlık Bakanlığımız bu hastanelerin firmalarla beraber işletilmesinde gösterdiği titizliği sağlık hizmetini bütünleştirmek için de göstermeliydi. Temel çıkış noktanız hasta ve hastalık olunca çözümünüz de dev hastaneler yapmak, aşırı uzmanlaşmayı teşvik etmek oluyor. Bireyin sağlığının korunması ve geliştirilmesi hep fantazi düzeyinde kalıyor. Bu isimle kurduğunuz bakanlık yapıları anlamlı iş üretemiyor.
“Sağlık Bakanlığımız sağlık diplomasisinde önderlik etmeli“
İnsanlar ve bilhassa biz Türkler örneklerden çok öğreniriz. Sağlık alanında özellikle tıp doktorlarımız, uzmanlarımız meslektaşlarıyla yoğun etkileşim içerisindeler. Ancak aynı durumu sağlık politikaları ve profesyonelleri düzleminde göremiyoruz. Sadece bizde değil, bütün her yerde ve sağlıkla ilgili her alanda böyle bir eksiklik var. Buradan hareketle benim yeni dönem için bir önerim var: Bir Uluslararası Sağlık Politikaları Merkezi oluşturarak etkili sağlık hizmet modelleri örneğinden yararlanmak. Epey araştırdım böyle tüm ülkelerin sağlık politikalarını yakından izleyen bir merkez ne üniversitelerde, ne de başka bir yerde kurulmuş değil. Sanırım sadece devletimiz değil Dünya Sağlık Örgütü de kuruluşu itibarıyla, hastalık bazında çalışmalara ağırlık veren bir kurum olduğu için orada da böyle bir oluşum yok. Şimdiye kadar hasta ve hastalık önceliğimiz olduğu için böyle bir merkez kurmak kimsenin aklına mı gelmedi veya geldi de kaynak bulamayıp bir işlev yapamadı mı bilmiyorum. Kıvançla duyurmak istiyorum ki bu yazıyı tamamladığım sırada Hacettepe Üniversitesi’nde böyle bir merkezin kurulduğunu öğrendim. Bunun çok değerli ve anlamlı bir girişim olacağına inanıyorum. Sağlık Bakanlığımız başarılarıyla pek çok ülkede saygı görüyor, mutlaka bu çalışmaların içinde olmalı, sağlık diplomasisinde önderlik etmeli. Bu merkez aracılığıyla veya başka şekillerde; sağlık turizmiyle hasta aldığımız, komşu ülkelerdeki sağlık profesyonelleri ile de etkileşim ve işbirliğimizi arttırmak zorundayız. Yani artık, her konuda olduğu gibi, sağlıkta da sadece Türkiye ile sınırlı yerel bir vizyon peşinde olamayız. Ülkemiz tarihi, coğrafik özellikleri, kültürel, bilimsel zenginliği ile çevresinin gelişmesine katkı yapabilecek potansiyelini sağlık alanında kullanmalıdır.
Etkin işbirliği
Bu doğrultuda, bir başka hedefimiz yeni paradigma ve günün ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş yeni uluslararası kuruluşların oluşmasına öncülük etmek ve destek sağlamak olmalı. Dünya Sağlık Örgütü, Kızılay-Kızılhaç, Global Fund, Birleşmiş Milletlerin kurumları ve sağlıkla ilgili diğer kuruluşlar baştan itibaren dünya sağlığına çok büyük katkılar yaptılar. Bireylerin sağlığının korunması ve geliştirilmesi artık onlarında gündemine girdi, tüm ülkelere bunun için çağrı ve yönlendirme yapıyorlar. Bütün dünyada, temel çıkış noktası sağlığı koruma ve geliştirme olan yeni sistemlere, yapılanmalara, kurumlara acilen ihtiyacımız var. Bu kuruluşları etkin işbirliği ile verimli çalıştırmamız liderliği hak etmemizi ve pekiştirmemizi sağlayacaktır.
Nesnelerin interneti çağında şimdilerde cep telefonları, MR’lar, tomografiler birbiriyle konuşup anlaşır ve işbirliği yapar hale geldi. Dünyanın çok farklı bölgelerindeki teleskoplar bir arada tek bir alet gibi çalışarak kara deliklerin fotoğrafını çekebiliyor. Biz sağlıkçılar olarak artık tüm sektör paydaşları arasında etkin işbirliğini hayata geçirebilmeliyiz. Bunun için dernek, vakıf adı ne olursa olsun sağlıkla ilgili sivil toplum örgütlerinin ve tüm sağlık kamuoyunun her konuda işbirliğini hedeflemeliyiz. İlk aşamada, belli bir konu başlığında, yapılandırılmış bir gündemle oturup karşılıklı tartışmak yerine yalnızca sohbet ve birbirini tanıma ve anlama gayretinin bile çok yararlı olacağına eminim. Ardından belki gündemli toplantılar, kongreler veya başka platformlarda bir araya gelinebilir. TÜSAP gibi oluşumlarda Sağlık Bakanlığı yetkilileri ile bazı sağlık kamuoyu önderlerinin bir araya gelmesi ne kadar çok yarar sağlıyor. Bu çabalarımızı arttırarak sürdürmeliyiz.
Finansal sürdürülebilirlik
Sağlık için harcanacak devasa para ister vergi şeklinde, ister prim veya doğrudan ödeme olsun sonuçta insanların cebinden çıkıyor. Elbette bunu bireyler adına kontrol eden, musluğu tutan bir kamu otoritesi her zaman var olacaktır. O nedenle devletlerin sağlık harcamaları üzerindeki dikkati her yerde artıyor. Zaten bireyler için sağlık harcamaları can sıkıcı şekilde yükselmiş durumda. Böyle bir ortamda lider sektör olduktan sonra bunun hakkını veremezsek ne olur? Hayatta başarısızlara ne oluyorsa bizim de başımıza o gelir, yani sektör dışından başka insanlar gelir ve başaramadığımız işleri sıklıkla bize rağmen ve bir şekilde yola koyarlar. Burada finansal hacim açısından bir liderlik söz konusu olduğuna göre finansal sürdürülebilirlik en çok dikkat edeceğimiz kavram olmalı. Yani bize teslim edilen parayı, aynı bize teslim edilen can gibi, çarçur etmeden, insanlar ve toplum yararına en iyi şekilde kullanmaya özen göstermeliyiz.