“53. Ulusal Nöroloji Kongresi” Antalya Sungate Otel ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Kongreye, yurt içinden ve yurt dışından 2 bin nöroloji uzmanı, nöroloji asistanı ve alanla ilgili çalışanlar katıldı. 53. Ulusal Nöroloji Kongresi ve Türkiye’de en sık görülen nörolojik hastalıklar hakkında bilgiler, Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, Türk Nöroloji Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Yeşim Parman, Türk Nöroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Ayşe Bora Tokçaer, Türk Nöroloji Derneği Saymanı Prof. Dr. Cavit Boz, Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Bülent Elibol, Prof. Dr. M. Ali Akalın, Prof. Dr. Neşe Çelebisoy ile Epilepsi Çalışma Grubu Moderatörü Prof. Dr. İbrahim Öztura tarafından aktarıldı. Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, İnme hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Her 6 kişiden birinin inme ile karşılaşabileceğini belirten Prof. Dr. Öztürk, inme merkezlerinin hızlı müdahale ve inmenin etkilerini azaltmada çok kritik bir rol oynadığını vurguladı. Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, “İnme, eskiden olduğu gibi tedavisi zor bir hastalık değildir. İnme, tedavi edilebilen bir hastalıktır. İnmede en önemli faktör zamandır. O yüzden de biz ‘zaman beyindir’ diyoruz çünkü her geçen dakika çok sayıda beyin hücresinin kaybına neden olur. İnme belirtileri fark edildiği anda hiç vakit kaybetmeden 112’yi aramalarını istiyoruz. Çünkü 112, hastayı nereye götüreceğini biliyor. Kendi araçları ile geleceklerse de nöroloğun bulunduğu bir sağlık merkezine hızla gelmelerini istiyoruz” dedi.
Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, inme merkezi sayısındaki yetersizliğin farkında olunduğunu da belirterek, özelleşmiş ünitelerle en iyi tedavinin yapıldığı inmeye yönelik merkezler kurulacağını açıkladı. Prof. Dr. Öztürk, Sağlık Bakanlığı ile son yıllarda inme konusunda önemli çalışmalar yürütüldüğünü ifade etti. Bu çalışmalardan en önemlisinin Türkiye’de inme hastalarının en etkin ve başarılı bir organizasyonla tedavi edilmelerini sağlayacak “İnme Klinik Protokolü” olduğunu belirterek “Nöroloji uzmanı yönetiminde inme ünite ve merkezlerinin organizasyon, yönetim ve tedavi şeması algoritmalarını yayımlamış durumdadır” dedi.
Prof. Dr. Öztürk, “Şu anda inme ünite sayımız ve inme merkezi sayımız yeterli değil. Sağlık Bakanlığı ile yaptığımız çalışmalar dahilinde hangi bölgelere, hangi özelliklerde inme merkezleri kurulacağı, kim tarafından işletileceği, yürütüleceği, hastaların ne şekilde bakılacağı ve her şeyden önemlisi bu merkezlere hastaların nasıl yönlendirileceğinin çalışmaları yapılıyor. Her bir milyon kişiye bir inme merkezi açılması planlanıyor. Nöroloji uzmanı yönetiminde inme üniteleri ve inme merkezlerinin hem intravenöz yani damardan tedavi hem de girişimsel yani damar içi tedavileri uygulamak üzere uygun ekiplerle bu çalışmaları yapması bekleniyor” diye konuştu. Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, 2016’da Türkiye’de yaklaşık 40 bin kişinin inme nedeni ile hayatını kaybettiği tahmininin yapıldığını belirterek, “Bu trafik kazalarından ve kanserlerden de neredeyse daha fazla. Ciddi bir kayıp söz konusu” dedi. Prof. Dr. Öztürk, yılda en az 120 bin kişinin inme geçirdiğini, yaklaşık 40 bin kişinin bağımlı hale gelip rehabilitasyon almaya başladığını ve hayatına devam edemediğini de belirtti.
“İlk çağlardan beri var olan hastalık: Epilepsi”
Prof. Dr. İbrahim Öztura “Epilepsi insanlığın var olduğu ilk çağlardan beri, bilinmezliği ile insanlığı etkilemiş, gizemini günümüz toplumuna kadar taşımıştır” dedi. Prof. Dr. Öztura, özellikle sosyoekonomik olarak iyi durumda olmayan toplumlarda daha sık olmakla birlikte, artan travmaların, çevresel etkenlerin, beslenme yetersizliğinin ve ülkemizde de hala problem olan akraba evliliklerinin epilepsi sıklığını artırmakta olduğunu vurguladı. Halk arasında “sara hastalığı” olarak da bilinen epilepsinin yaygın bir hastalık olduğunu ancak buna rağmen hastaların yanlış anlama ve algılama nedeniyle halen damgalamayla karşılaştığına dikkat çeken Prof. Dr. Öztura, “Epilepsi hastaları toplumda sosyal izolasyon ve dışlanma yaşamaktadır. Hastaların yaşam kalitesini, nöbetlerden çok toplumdaki yanlış inanış ve algılamalar düşürmektedir” diye konuştu. Dünyada 65 milyon, Türkiye’de de yaklaşık 750 bin epilepsi hastası bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Öztura, “Ayaktan tedavi başvuruları içinde baş ağrısından sonra en sık ikinci nörolojik bozukluk olarak ortaya çıkmaktadır” dedi.
Epilepsinin kısa süreli bir beyin fonksiyon bozukluğu olduğunu ve beyin hücrelerinde geçici anormal bir elektrik aktivitesinin yayılması sonucu ortaya çıktığını ifade eden Prof. Dr. Öztura, “Epilepsi, dünya nüfusunun yaklaşık %1’ini etkilemektedir. Hastalık, erkek ve kadınlarda eşit sıklıkta görülmektedir. Epilepsi nöbetleri herhangi bir yaşta ortaya çıkabilmekle birlikte, çocukluk ve yaşlılık döneminde daha sık ortaya çıkmaktadır” sözlerini kaydetti.
“Miyasteni’nin tedavisi var ama belirtilere dikkat!”
Son bir kaç yıl içinde Nöromüsküler hastalıkların tedavisi konusunda önemli adımlar atıldığını belirten TND İkinci Başkanı Prof. Dr. Yeşim Parman, birçok hastalığın tedavisi konusunda da ciddi çalışmalar yapılmakta ve umut verici gelişmeler olduğu görülmektedir. Bu hastalıkların başında Spinal Müsküler Atrofi sayılabilir. Bununla birlikte bazı kalıtsal sinir ucu hastalıkları, kas hastalıkları için de tedavi olanakları geliştirilmiştir. ALS’nin tedavisi için de önemli gelişmeler kaydedilmiştir” dedi. Nöromüsküler hastalıkların vücudumuzu hareket ettiren kasların ve sinirlerin hastalığı olduğunu belirten Prof. Dr. Parman, “Kalıtsal olabilirler veya sonradan gelişebilirler. Ani veya sinsi başlayıp, hızlı, yavaş veya dalgalanan seyir gösterebilirler” dedi. Nöromusküler hastalıkların birçok tipi olduğunu belirten Prof. Dr. Yeşim Parman doğuştan olan Nöromusküler hastalıklarda akraba evliliklerinin önemli risk oluşturduğuna dikkat çekti. Aynı ailede birden fazla kişinin hastalıklı genleri taşıyabileceğini ifade eden Prof. Dr. Parman, “Türkiye’de akraba evliliklerinin yaygınlığı kas hastalıklarının görülme sıklığını arttıran en önemli faktördür” diye konuştu. Bu hastalık grubundan Miyasteni teşhisi için belirtilerin iyi değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Parman, “Genellikle ilk belirtiler göz kaslarındadır. Bu belirtiler göz kapağının tek veya çift taraflı düşmesi ya da çift görme olabilir, yutma ve soluk alma etkilenebilir” dedi.
“Distoni”
TND Genel Sekreteri Prof. Dr. Ayşe Bora Tokçaer, Distoni’nin karşıt kas gruplarının birlikte kasılması sonucu baş-boyunda, yüzde, çenede, uzuvlarda veya gövdede kıvrılır bükülür tarzda istemsiz hareketlere neden olan bir hareket bozukluğu olduğunu dile getirdi. Hastalığın bazı olgularda çok hafif ve vücutta bir bölgeye sınırlı olabilirken bazılarında ise tüm kasların şiddetli ve yaygın kasılması ile seyredebileceğini ve bu duruma ağrının da eşlik ettiğini belirtti. Prof. Dr. Ayşe Bora Tokçaer Jeneralize (yaygın) distoninin milyonda 34 sıklıkta olduğunu ancak bölgesel distonilerin milyonda 300 gibi daha yüksek oranda görüldüğünü ifade etti. Distoni mekanizmasının tam anlaşılamadığını söyleyen Prof. Dr. Tokçaer, “Beyinde derin gri çekirdekler, beyincik veya duyu korteksindeki bozukluklardan kaynaklanabileceği gibi çevre sinirlerin veya uzuv zedelenmelerinin sonucunda da ortaya çıkabilir” dedi.
“Multipl Skleroz riski azaltılabilir”
Prof. Dr. Cavit Boz Multipl Skleroz’un merkezi sinir sisteminin bir hastalığı olduğunu belirterek “Merkezi sinir sistemi; beyin, omurilik ve görme sinirlerinden oluşmaktadır. MS’te bu sistemlerin etkilenmesi sonucu duyusal, görme, yürüme, konuşma ve denge gibi merkezi sinir sistemi işlevlerinde bazı bozulmalar olabilmektedir” dedi. MS’in çoğu hastada atak ve iyileşmeler ile seyrettiğini, ataklardan düzelmenin bazen tam olduğunu ifade eden Prof. Dr. Boz “Ancak, bu atakların %40 kadarında sekeller ortaya çıkabilir. Bu sekellerin bir çoğu günlük yaşamı etkilemezken bazıları da yaşam kalitesini bozabilir. MS hastalarının çoğunluğu önemli bir sakatlığı olmadan, işlerini aksamadan yapabilen, yürüyen, gezen kişilerdir. Hastaların yüzde 30 kadarında yürüme bozulmuş, koltuk değneği veya tekerlekli sandalye bağımlılığı bulunmaktadır” sözlerini kaydetti. Tedaviye erken başlamanın önemine dikkat çeken Prof. Dr. Cavit Boz kapari, keçi sütü, çuha otu, sülük tedavisi, arı sokması gibi pek çok farklı alternatif yöntemler konusunda hastaları uyardı.
“Parkinson Yavaş İlerleyen ve Alzheimer’dan Sonra En Sık Görülen Nörodejeneratif Hastalık”
Prof. Dr. Bülent Elibol, Parkinson hastalığının yavaş ilerleyici beyin hücrelerinde kayıp ile seyreden bir beyin hastalığı olduğunu belirterek “Bu tür hücre kaybı ile giden, sinsi başlayan ve yavaş seyreden hastalıklara nörodejeneratif hastalıklar denilmektedir. Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığından sonra en sık görülen nörodejeneratif hastalıktır” diye konuştu.
Parkinson hastalığının temel belirtisinin hareketlerde yavaşlama olduğunu söyleyen Prof. Dr. Elibol Eklem hareketlerinde katılık, titreme erken dönemde ortaya çıkan başlıca belirtilerdir. Koku duyusu kaybı veya azalması, uyku bozuklukları ve kabızlık gibi motor belirtiler de görülebilmektedir” dedi. Parkinson’un ortalama 60’lı yaşlarda görülmekle birlikte, genç yaşlarda da başlayabileceği uyarısı yapan Prof. Dr. Elibol “Türkiye genelinde 100 bin kadar Parkinson hastası olduğu tahmin edilse de bu hastaların hepsi tedavi görmüyor. Şu anda reçete alan veya saptanabilen ortalama 60 bin hasta var. Önemli olan erken teşhis ve doktor kontrolü ile hastalığın teşhis edilmesidir. Parkinson hastalığının yaşlı hastalığı algısı toplumda yayın olduğu için genç hastalar hekime başvurmuyorlar. Oysaki akraba evlilikleri sebebiyle genç yaşlarda da kalıtsal Parkinson görülebiliyor” sözlerini kaydetti.
“Epilepsi hastalarının zeka geriliği yoktur!”
Epilepsi’nin kısa süreli beyin fonksiyon bozukluğuna bağlı olduğunu ve beyin hücrelerinde geçici anormal elektrik yayılması sonucu ortaya çıktığını belirten Prof. Dr. Mehmet Ali Akalın, “epilepsi sadece sinirsel bir hastalıktır. Epilepsi hastalarının zeka geriliği yoktur” dedi. Epilepsi nöbetlerinin farklı şekillerinin olduğunu söyleyen Prof. Dr. Akalın, “Şuur kaybı ile beraber görülen nöbette, kişi yaptıklarının farkında değildir. Elleri, kolları anlamsız şekilde sağa sola hareket eder. Sersemlemiştir ve gözünün önünde noktalar oluşur. Diğer bir nöbet şeklinde yine şuur kaybı vardır ve hasta yere düşer. Bütün vücudu kasılır ve çırpınır bir haldedir. Ağzından köpük gelebilir. Yaklaşık 3-4 dakika sürer. Hasta dilini ısırabilir. Nöbet geçtikten sonra yorgun bir haldedir. Bir süre sonra normale döner” dedi.
“Migren, en sık iş gücü kaybına neden olan primer baş ağrısıdır”
Prof. Dr. Neşe Çelebisoy da toplumda en sık karşılaşılan yakınma olan ve nöroloji polikliniklerinin de en sık başvuru nedeni başağrısı ile ilgili önemli bilgiler verdi. Tanıda iyi alınmış öykünün çok değerli olduğunu belirten Prof. Dr. Çelebisoy: “50 yaş sonrası başlangıç, ani başlangıç, erken sabah baş ağrıları, giderek şiddeti ve sıklığı artan ağrı, eşlik eden ateş, kilo kaybı gibi yakınmalar ve muayenede saptanan nörolojik bulgular baş ağrısının altta yatan kitle, enfeksiyon, kanama veya sistemik bir hastalığa bağlı olabileceğini düşündürmelidir ve hastaya ileri incelemelerin yapılmasını gerekli kılar” dedi. Primer baş ağrıları olarak adlandırılıp altta yatan başka bir hastalıkla ilişkili olmayan baş ağrılarının en sık nedeninin Migren olduğunu söyleyen Prof. Dr. Neşe Çelebisoy “20-65 yaş arası bireylerde yaklaşık %16 sıklığında görülür. Kadınlarda sıklığı erkeklerden 2.5-3 kat fazladır. Toplumda doğurganlık yaşında her 4 kadından yaklaşık birisi migrenlidir. Çocuklarda görülme sıklığı %5 civarında iken ergen yaş grubunda %10’lara çıkar. Migren kişinin iş ve sosyal yaşamını sürdürmesini zorlaştırması nedeniyle önemli bir sağlık problemidir ve kişi için kısıtlılık oluşturmaktadır” diye konuştu.