Sağlık dağıtan bir mekân olarak gösterilen hastaneler aslında dünyanın en tehlikeli işyerleri olarak sayılıyor.
Başlık garip gelebilir, ancak öyle bir mekân düşünün ki, çalışan için güvensiz, hasta için güvensiz, yönetici için güvensiz, 24 saat açık ve elini kolunu sallayarak girilen kaç yer biliyorsunuz?
Türkiye; müthiş bir coğrafya ve o coğrafyanın getirdiği sorunlar yumağı. Bir de oluşan kültürünüz sorun çözme yerine sorunu halının altına süpürme üzerinde kurulu ise, eğitiminiz yaratıcı zeka yerine ezber ve çoktan seçmeli sınav üzerine kuruluyorsa, ülke yöneticileriniz su akarken testiyi doldurmalı mantığı ile hayata bakıyorsa, komşularınızla sürekli sorun yaşıyorsanız ve de o sorunun da bir parçası iseniz; müthiş topraklar zor oluşumlar…
Ülke bu durumda iken kurumlar farklı olur mu? Bir ülkede sözgelimi tapu dairesi süper iken nüfus idaresi çok kötü olabilir mi? Aynı durum hastanelerimiz için de geçerli değil mi? Kurumlar üç aşağı beş yukarı ülke ortalamasını gösterirler. Yani biz hastaneleri süper yaptık ama adliyeler dökülüyor diyemezsiniz, derseniz ya hastaneleriniz süper değildir, ya da adliyeleriniz dökülmüyordur. (Bu arada davalı, davacı, şahit bilirkişi ne olursanız olun, yolunuz adliyeye düşerse ne kadar şikayet edilse de sabim gibi bir mekanizmayı insanın gözü arıyor).
Hastanelerin durumu
Gelelim hastanelerimize; sağlık dağıtan bir mekân olarak gösterilen hastaneler aslında dünyanın en tehlikeli işyerleri olarak sayılıyor. Biyolojik silah merkezi gibi bakteriler virüsler; nükleer tesis gibi görüntüleme cihazları radyoterapi alanları; kimya tesisi gibi dezenfektanlar, kimyasal ajanlar, ilaçlar; patlayıcı yanıcı gazlar; ne ararsan var olan çöpü; deli gibi gecesi gündüzü olmayan çalışanlar; hastalar, hasta yakınları, her şeyden anladığını sanan şehir yöneticileri, politikacılar vs vs…
Bazıları sağlık yönetiminde ne var ki, ha otel ha hastane ha fabrika derler. Böyle diyenlere hep demişimdir, bir otelde karşılaşacağınız en büyük sorun nedir? Sıcak su akmaz, havuz soğuktur, yemekler lezzetsizdir vs vs. Ya hastane de, valla biz de adam ölüyor diyorum, susuyorlar. Öyle bir mekân düşünün ki, doğum tebriğine gelen hariç herkesin bir derdi var, çalışanlarında bu durumdan farkı yok. Böyle bir alanda hizmet üretenlerde gerek ortamdan gerek hastalardan (aslında hasta yakınlarından daha çok) tehlike altında kalıyorlar. Sağlık çalışanına şiddet tek taraflı da incelenmemeli, bunun aynı zamanda sistemsel ve iletişime ait nedenleri de göz önüne alınmalı. Ayrı bir yazı konusu.
Yöneticilerin güvenliği
Peki yöneticilerin güvenliği? Nasıl yani demeyin. İstanbul’da büyük bir eğitim araştırma hastanesinin yemek ihalesi öncesi polisin önlem aldığını çok yakından gördüm. Kapım açık şeffaflık var propagandası var iken, Güneydoğu’da bir hastanenin başhekim kapısının zırhlı camlı olduğunu da şahit oldum, fotoğrafladım. Bunlar kriminal olanlar, bir de özellikle küçük illerde parti yöneticilerin hastanelerde başhekimleri tehdit ettiğini de biliyorum. En basitinden yerinden olurum korkusu yaşatıyorlar, e bırak sende kardeşim, karşında iki kelimeyi bir araya getiremeyen biri, onla mı her gün muhatap olacaksın…
Diğer nokta hastaların güvenliği, bazı yapılan araştırmalar hastalık nedeni ile değil de hastane mekânı ve uygun olmayan tedavi nedeni ile ciddi oranda ölümü, sakat kalmayı bildiriyor. Zaten bizler sağlıkçı olarak en fazla korktuğumuz yer değil midir hastane de hasta olmak, yaşananları biliyoruz da korkuyoruz.
Sonuç olarak baktığımızda hastaneler zorunlu olmadıkça gidilecek yerler değil, ah bir de bunu güne gider gibi giden hastalarımıza aktarabilsek…
ONUR YARAR