Esra ÖZ
Hedef kitlenin ihtiyaçlarına ve taleplerine göre etkileyici hikâyeyi şahane bir içerikle vermemiz gerekir. Bunları da kanıtlarıyla sunduğumuzda gerçek hikâyeler anlatmış oluruz.
İnsanlar hikâye dinlemeyi sever. Hikâyelerle insanları etkileyebilir ve onların hayatlarında değişimler yapabilirsiniz. Bunun içinde dili etkili şekilde kullanmak çok önem taşır. Biz gazeteciler bunu yıllardır kullanırız. İnsanlara haberlerimizi doğal ve hedef kitleye uygun şekilde hikâyeleri anlatırız. Bu hikâyelere vaka haberleri de diyebiliriz. Tabii zaman zaman da başarı hikâyeleri anlatırız.
Hedef kitlenin ihtiyaçlarına ve taleplerine göre etkileyici hikâyeyi şahane bir içerikle vermemiz gerekir. Bunları da kanıtlarıyla sunduğumuzda gerçek hikâyeler anlatmış oluruz. Yani haberlerde hayat hikâyeleri çoğu zaman bu şekilde hazırlanır.
İletişim tekniklerini etkili şekilde kullanarak, insanları ikna etmemiz ve istediğimiz bilgileri edinmemiz de kimi zaman işimiz gereği kimi zaman da kendimizi geliştirmemizle oluyor. Birçok meslekte kalmasa da aslında bizim alanımızda herkes birbirinden bir şeyler öğrenir. Bu nedenle de gazeteciler ilerleyen yıllarda çok başarılı iletişimci olurlar. Çok farklı insanlarla tanışır, habere konu olabilecek kadar ilginç olaylarla karşılaşırız.
Dili etkili kullanırken de sağlık alanında da farklı dilleri de etkili kullanmamız gerekir. Bu anlamda sizlere iki farklı hikâye anlatacağım. İlk hikâyemiz şizofreni hastası olan kardeşi nedeniyle beyin araştırmacısı olan nöroanatomist Dr. Jill Bolte Taylor, beyin ile ilgili akademik çalışmaları yapıyordu.
10 Aralık 1996 sabahı uyandığında kendine ait bir beyin hastalığı olduğunu keşfetti. Beyninin sol yarısındaki bir kan damarı patlamıştı. Ve takip eden dört saat içinde beyninin bilgi işleme yeteneğinin bütünüyle tükenmesini izledi. Kanama sabahı yürüyemiyor, konuşamıyor, okuyamıyor, yazamıyor, hayatına dair hiçbir şey hatırlayamıyordu.
İnme sabahı, sol gözünün arkasında zonklayan bir sancıyla uyandı. Bu delici bir sancıydı. Hani dondurmayı ısırdığınızda saplanan o sancı gibi.
Böylece kalktı ve kardiyo makinasına, tüm bedeni çalıştıran egzersiz aletine oturdu. Ve onun üzerinde yürürken baktı ki barı tutan elleri gözüne ilkel pençeler gibi görünüyorlar. “Çok acayip” dedi kendi kendine. Sonra aşağıya, bedenine baktı ve “Haydaa, amma garip görünüşlü bir şeyim ben böyle” diye düşündü.
Sanki bilinci, egzersiz aletinin ve üstündeki bulunduğu normal gerçeklikten ayrılmış, kendini egzersiz yaparken izlediği bir başka gizemli aleme geçmiş gibi hissediyordu.
Bütün bunlar çok garipti ve başının ağrısı da giderek kötüleşiyordu. O yüzden makinadan kalktı ve oturma odasında yürürken bedeninin içindeki her şeyin, çok ama çok yavaşladığını fark etti.
Ve kendine sordu, “Neyim var benim? Neler oluyor böyle?”
Tam o anda sağ kolun yan tarafında tamamen felç oldu. O zaman fark etti: “Aman yarabbi! İnme geçiriyorum! İnme geçiriyorum!”
Ve hemen ardından beyni şöyle diyordu: “Vaaay! Bu harika bir şey! Bu harika bir şey! Kaç tane beyin araştırmacısının kendi beyinlerini böyle içten dışa inceleme fırsatı olmuştur ki?”
Sonra birden aklına geliyordu: “Ama ben çok meşgul bir kadınım! İnmeye zamanım yok benim!”
Sonra kendi kedine “Tamam!” diyordum, “İnme inişini durduramam, o halde bir iki hafta bununla uğraşırım ve sonra eski düzenime geri dönerim. Tamam. Öyleyse yardım çağırmalıyım. İşi aramalıyım.”
Sonunda telefon etmek için büyük çaba harcayarak başarır ve sesi dinlemeye başladı; iş arkadaşı telefonu açtı ve ona şöyle dedi: “Voo voo voo voo”
Şöyle düşündü kendi kendine: “Allah Allah, aynen bir Golden Retriever köpek gibi çıkıyor sesi!”
Arkadaşı yardıma ihtiyacı olduğunu anladı ve ona yardım sağladı.
Kısa bir süre sonra, bir ambulansın içinde Boston’daki bir hastaneden Massachusetts Genel Hastanesine doğru gidiyordu.
O öğleden sonra geç vakit kendine geldiğimde, hâlâ hayatta olduğunu keşfetmek onu şoke etti.
Kanamadan iki buçuk hafta sonra, cerrahlar müdahale edip beynindeki konuşma merkezlerine baskı yapan golf topu büyüklüğünde bir pıhtı çıkardılar.
Annesi ona destek oldu ve tam olarak iyileşmek sekiz yılını aldı.
Psikopat Beynini Sevgiyle Eğiten Nörobilimci
İkinci hikâyem ise, daha da farklı. California Üniversitesi’nde 35 yılı aşkın bir zamandır davranış üzerinde çalışan nörobilimci profesör Jim Fallon, bir gün bir meslektaşı psikopat katillere ait bir grup beyni incelemesini istedi.
2005 yılında seri katillerin beyin taramalarını inceleyerek “Nasıl psikopat bir katile dönüşür?” sorusunun peşine düşen Fallon, insan beyinlerinden yaklaşık 70 tanesine baktı ve birtakım verilerle karşılaştı.
Şizofreni, depresif insanlar, katillerin PET taramalarının yanı sıra Alzheimer ile ilgili başka bir araştırma için ailesinin ve kendisinin olduğu beyin görüntüleri masanın diğer tarafında duruyordu. Bir beyin taramasına baktığında Fallon, empati, ahlak ve irade ile alakalı olan beyin bölgelerinin faaliyetinin çok düşük olduğunu tespit etti. Görüntüden emin olamadığı için ilk olarak PET makinesinde bir problem olduğunu düşündü. Teknisyenle birlikte kontrol ettiğinde bir sorun olmadığını anladı.
Devamında ise bu görüntünün kime ait olduğunu anlamak için baktığında ise, hayatının şokunu yaşadı. Psikopat beyin kendisine aitti!
Bu süreçte hayatının şokunu yaşayan Fallon, bu durumu daha da yakından araştırmaya başladı.
Beyin hasarı ve çevresel koşullar ile bunların nasıl birbiriyle bağlantılı olduğuna bakarken, bir psikopat ve de bir katil haline gelmek hasarın tam olarak ne zaman oluştuğuna bağlıdır. Farklı türden beyin hasarları vardı. Burada önemli olan şey majör şiddet genleri, MAO-A geni olarak bilinir.
Bu gen toplumda çeşitlilik gösterir. Aranızdan bazılarında bu var ve bu cinsiyetle bağlantılı X kromozomunda yer alıyor ve bu yüzden bunu yalnızca annenizden alabiliyorsunuz. Aslında muhtemelen psikopat katillerin çoğunlukla erkeklerden oluşmasının ve oldukça agresif olmalarının sebebi bu. Çünkü bir kız çocuğu hem babadan bir X kromozomu hem de anneden bir X kromozomu alır, böylece nötrleşir. Ancak erkek çocuk yalnızca annesinden X kromozomunu alır.
Böylece anneden oğula geçmiş olur. Bu gelişim sırasında aşırı serotonin salınımı ile bağlantılıdır ki bu da oldukça ilginç çünkü serotonin normalde sakinleştirip rahatlatmayı gerekir. Ancak eğer bu gene sahipseniz, ana rahminde beyniniz bununla yıkanıyor. Böylece tüm beyniniz serotonine karşı duyarsızlaşıyor. Bu yüzden daha sonraları bir işe yaramıyor.
Bu gene sahipseniz ve oldukça fazla şiddet görmüşseniz belirli bir durumda, bu tam anlamıyla felakete davetiye çıkartabiliyor.
Fallon, bilimsel araştırmaların yanı sıra ailesinin soyağacı New York’a ilk yerleşenlerden ünlü Cornell ailesine kadar uzandığını öğrendi. 1892 yılında anne ve babasını balta ile öldüren Lizzie Borden’da dahil olmak üzere toplam yedi katil bulunduğunu annesi ile şu konuşmada öğrendi.
Annesi ona, “Etrafta psikopat katillerle ilgili konuşmalar yaptığını duydum ve kendinden sanki normal bir ailedenmiş gibi bahsediyormuşsun” dedi.
Buna yanıt olarak, “Sen neden bahsediyorsun?”
“Hem iyi hem de kötü haberlerim var. Kuzenlerinden biri Cornell Üniversitesi’nin kurucusu olan Ezra Cornell. Kötü haberse; Lizzi Borden da kuzenlerinden biri.” diye yanıtladı annesi.
“İyi, hoş bizim de bir Lizzi’miz varmış. Ne olmuş?” dedi.
O da “Hayır” dedi, “Daha kötü. Şu kitabı oku.”
Bu kitap; “Tuhaf bir şekilde Öldü”, tarihi bir kitaptı ve annesini öldüren ilk adam Fallon’ın büyük-büyük-büyük-büyük-büyük-büyükbabasıydı. Bu ilk anne cinayeti vakasıydı ve kitap oldukça ilginçti çünkü cadı avlarından ve insanların o zamanlar nasıl eğitildiğinden bahsediyordu.
Ama burada bitmiyor tabi. Babasının tarafında 7 erkek daha vardı, o zamandan itibaren, Cornell’ların hepsi katil olmuşlardı. Babasının kendisi ve üç kardeşi II. Dünya Savaşı’nda savaşa katılmaya karşıydılar.
Mutlu ve sevgi dolu bir çocukluk dönemi yaşayan Fallon, psikopat olmak yerine kendisini geliştirmişti. Yaşadıklarını saklamak yerine her yerde anlatan Fallon, “İçimdeki Psikopat” (The Psychopath Inside) isimli bir de kitap yazdı.