Toplumun ihtiyaçları ve beklentileri ile birlikte İnsan ihtiyaçları ve beklentileri de daimi bir şekilde değişiklik göstermektedir. Bu değişiklikler bağlamında biyoetik kavramı anlayış ve içeriğiyle birlikte uygulamlarda da değişiklikler kaçınılmaz bir hal almaktadır. Tıp etiğinden biyoetiğe geçiş, Biyoetikten biyomedikal etik yaklaşımına odaklanma gibi tüm değişim ve gelişmeleri incelediğimizde temel erişilmek istenen hedef noktanın, sağlık ve biyomedikal alanlarında ortaya çıkan güncel sorunlara etik sınırlar çerçevesinde, çevre duyarlılığıyla çözümler sunmak olduğu görülecektir. Bugün yeni teknolojilerin gelişmesi gündeme etik ikilem kavramını getirmiştir. Sağlıkla ilgili olan bazı konular insan hakları ve tıp ahlakı açısından önemli sorunlara ve tartışmalara neden olmakta ve etik ikilem oluşturmaktadır.
Tıp pratiği, biyoloji bilimleri ve sağlık teknolojilerinin baş döndürücü hızla geliştiği günümüz dünyasında, insan yaşamına ilişkin etik tartışmalar hiç olmadığı kadar görünür hâle gelmiştir. Genetik mühendisliği, yapay zekâ destekli tanı sistemleri, organ nakli tekniklerindeki ilerlemeler, klinik araştırmalar ve çevre krizlerinin biyolojik yaşama etkileri; yalnızca bilimsel değil, aynı zamanda derin felsefi sorgulamaları da beraberinde getirmektedir. Bu noktada tıp etiği, biyoetik ve biyomedikal etik kavramları, sağlık hizmetlerinin “nasıl olması gerektiğine” dair yön gösterici pusulalar hâline gelmektedir.
Toplumun beklentileri, bireyin sağlık anlayışı ve teknolojinin sunduğu imkânlar sürekli değişirken, etik ilkeler de bu değişime uyum sağlamak zorundadır. Tıp etiğinden biyoetiğe, oradan biyomedikal etik yaklaşımlarına uzanan yolculuk; aslında insanın kendi varlığını, diğer canlılarla ilişkisini ve yaşamın bütünlüğünü yeniden tanımlama çabasının bir ürünüdür. Bugün karşı karşıya olduğumuz etik ikilemler, artık yalnızca “hekim-hasta” ilişkisi ile sınırlı değildir; çevresel sürdürülebilirlikten veri mahremiyetine, klinik araştırmalardan yapay zekâ algoritmalarının sorumluluğuna kadar geniş bir alanı kapsamaktadır.
Biyoetik kavramı başlangıçta tıbbi uygulamalardaki değer sorunlarını tanımlama amacıyla ortaya çıkmış olsa da günümüzde bilim, teknoloji, hukuk, sosyoloji ve çevre bilimleriyle iç içe geçmiş disiplinlerarası bir düşünme biçimi hâline gelmiştir.
Bu yazıda tıp etiği, biyoetik ve biyomedikal etik kavramlarını felsefi bir perspektifle ele alarak; etik ilkelerin tarihsel kökenlerini, güncel tartışma alanlarını ve sağlık sistemleri için vazgeçilmez olan etik düşünüş biçimlerini değerlendireceğiz. Amaç, günümüz sağlık uygulamalarında giderek daha kritik bir hâle gelen etik karar alma süreçlerine bütüncül bir bakış açısı kazandırmak ve yaşamın tüm biçimlerine saygıyı esas alan bir etik anlayışının neden kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktır.
Biyoetik terimi ve disiplinlerarası bir alan olarak Türkiye’ye geç girmiş olsa da başta sağlık bilimleri olmak üzere diğer temel bilimler ve sosyal bilimlerle ilişki kurulan ve bütünsel bir bakış açısıyla etik farkındalığın oluşturulması çabası içinde olunduğu görülmektedir. Biyoetiğin Sağlık teknolojisi ile birlikte değerlendirilmesi; tıbbın uğraş alanında kullanılan teknolojilerin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması hedefi doğrultusunda ilgili teknolojinin güvenlik, klinik etkililik, maliyet, kurum, hasta, toplum, hukuk ve etik boyutlarıyla irdelenmesini ifade etmektedir. Bu nedenle salt tıp ve biyoteknoloji ile değil, aynı zamanda ekonomi, politika, hukuk, sosyoloji ve (biyo)etikle de ilişkili görünmektedir. Dolayısıyla kapsamlı, çok boyutlu ve çok disiplinli bir yaklaşım olarak da değerlendirilebilmektedir. Değerlendirmenin diğer boyutları da zararın önlenmesi, faydanın yükseltilmesi, insan onurunun ve haklarının korunması, özerkliğin gerçekleştirilmesi, adaletin temin edilmesi, mahremiyet ve gizliliğe saygı gösterilmesi hedefleriyle sağlık teknolojisi değerlendirmesinin, etik esasından yükselen bir yaklaşım olduğuna işaret etmektedir. Sağlık teknolojisinin etikle ayrılmaz ilişkisini gösteren özellikleri hastanın/toplumun “en üst yararı”nı, mahremiyet ve gizliliği koruyacak; şeffaflık, tarafsızlık, eşitlik ve adaleti olanaklı kılacak ilkelere de gereksinim doğurmaktadır.
Tıbbi Etik Tanımı ve Odak alanı
Tıbbi etik, tıp etkinliğinin içinde geçen değer sorunlarının ele alındığı, saptandığı, betimlendiği, bunlara nasıl yaklaşıldığı, bu konuda nasıl tartışma yapılması gerektiği, nasıl düşünce ve görüş geliştirileceği ve ne gibi çözüm yollarının üretileceği gibi konuların akademik düzeyde araştırıldığı ve eğitimin yapıldığı bir alandır. Tıbbi etikte farklı sorunlara farklı çözüm yolları bulunurken uyulması gereken temel ilkeler vardır. Bunlar, zarar vermeme, adalet, yarar ve özerkliktir [1].
Tıp etiği, hekim-hasta ilişkisinde ortaya çıkan değer sorunlarını inceleyen, tıbbi uygulamalarda doğru eylemin ne olması gerektiğine odaklanan bir etik disiplinidir. En temel dört ilke üzerine inşa edilir:
- Zarar vermeme (non-maleficence)
- Yararlılık (beneficence)
- Özerklik (autonomy)
- Adalet (justice)
Bu yönüyle tıp etiği, klinik ortamlarda karar verme süreçlerini düzenleyen bir “uygulamalı etik” formudur. Gündemi; tedavi seçimleri, hekim sorumlulukları, bilgilendirilmiş onam, mahremiyet, hasta güvenliği gibi konulardır.
Tıbbi Etik Odak noktası: İnsan – hasta
Bioetik Tanımı ve Odak Noktası
Biyoetik, tıbbın sınırlarını aşan, biyoloji, çevre, genetik, yaşam bilimleri ve insan dışındaki canlılarla ilgili değer sorunlarını kapsayan daha geniş bir etik çerçevesidir. Biyoetik teriminin Türk Dil Kurumu’nun Bilim ve Sanat Terimleri Ana Sözlüğü’ndeki karşılığı ise; “Sağlık alanına yönelik etkinlikler ve canlı organizma üzerinde yapılan çalışmalarda ortaya çıkan değer sorunlarının konu edildiği, tartışıldığı, araştırıldığı disiplinler arası alan” şeklindedir (29). Biyoetiğe ilişkin kavramların anlaşılması açısından Türkiye’de önemli bir yer edinmiş olan Biyoetik Terimleri Sözlüğü’nde biyoetiğin, etik ile canlıları ilgilendiren bilimlerin kesişim kümesini temsil ettiği ifade edilmektedir. Bu bağlamda yine tıp etiği ve sağlık bilimlerinin belirgin etkisinden bahsediliyor olsa da biyoetiğin gelişmekte olan bir alan olduğuna vurgu yapılmaktadır. Terimin geniş bir çerçeve içinde değerlendirilebileceğine vurgu yapılırken, tıp ve klinik etiğin yanı sıra çevre ve biyoloji gibi alanlardaki uygulamaların da biyoetik içerisinde tartışılmasına dikkat çekilmektedir. Toplumsal ve kültürel bağlamın da biyoetik açısından önemli alanlar olduğu belirtilerek, biyoetiğin, kuramsal çalışmaları yanı sıra ilke koyucu özelliklere sahip olduğu da ifade edilmektedir.28
Alanın kurucuları arasında sayılan Fritz Jahr, biyoetiği “tüm canlılara saygıyı esas alan etik” olarak tanımlarken; Van Rensselaer Potter, biyoetiği “insanın geleceğini güvence altına alacak yaşam bilimi” olarak niyetselleştirmiştir.
Dolayısıyla biyoetik:
- Tıp etiğini kapsar ancak onunla sınırlı değildir.
- İnsan merkezci değil; canlı merkezci (biyosentrik) veya ekosistem merkezci yaklaşımı benimser.
- Genetik mühendisliği, yapay üreme teknikleri, çevre sorunları, hayvan deneyleri, sürdürülebilirlik gibi geniş bir konu yelpazesine sahiptir.
Biyoetik Odak noktası: Yaşam – tüm canlılar – ekolojik bütünlük
Biyomedikal Etik Tanım ve Odak Noktası
Biyomedikal etik, modern tıp uygulamaları, klinik araştırmalar, biyoteknolojik gelişmeler ve sağlık teknolojileri bağlamında ortaya çıkan etik sorunları ele alan bir alt disiplindir. Bazı literatürlerde “biyotıp etiği” ya da “tıp etiğinin genişletilmiş versiyonu” olarak da geçer.
Kapsamında:
- Klinik araştırmaların etik kuralları
- Genetik testler
- Organ nakli
- Reprodüktif tıp
- Yapay zekâ destekli tanı süreçleri
- İnsan deneklerle yapılan deneyler
- Veri güvenliği, mahremiyet ve dijital sağlık uygulamaları yer alır.
Biyomedikal Etik Odak noktası: İnsan – tıp teknolojileri – klinik araştırmalar
Biyoetik; son yıllarda tıpta ortaya çıkan değer sorunlarının tartışıldığı ve araştırıldığı, ancak tıbbı aşan bir biçimde disiplinlerarası bir niteliğe evrilmiştir. Bu anlamıyla da “biyomedikal etik” teriminin kullanılabileceği ve bu ifadenin tıp etiğinin karşılığı olabilecek bir anlama denk düşen bir anlatıma sahip olduğuna işaret edilmektedir (34). Ülkemize ait farklı metinler içinde biyoetik, biyotıp etiği (olasılıkla biyomedikal etik ile ilişkili) gibi kullanımları görmek mümkündür. Genellikle bu metinler içinde biyoetiğin kavramsal düzeyde bir şemsiye terim ya da tüm canlı yaşamına doğru genişleyen bir kavramsal kategori olarak tanımlandığı görülmüştür. Ancak pratikte genel olarak tıp etiğinin ön plana çıktığı, ayrıca son dönemde araştırma olgusuna ilişkin etik sorun alanlarına da gönderme yapacak biçimde biyotıp etiği söyleminin de kullanıldığını ifade edebiliriz. Ancak genellikle tıp etiği ve biyotıp etiği ifadelerinin eş anlamlı olarak kullanıldıklarına da değinilmiştir (35).
Biyoetiğin Tarihsel Gelişimi
Kuşkusuz felsefenin bir altalanı olan etiğin ve onun uygulamalı pratik alanı olan tıp etiğinin tarihi oldukça eskiye dayanır. Biyoetik ise görece daha yeni bir kavram olarak çağdaş bir uğraş alanı olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda tıp ve biyoloji başta olmak çevre ve ekoloji gibi alanlardaki gelişmelerin bir ürünü olarak değerlendirilmektedir. Genel kabul, alanın özellikle 1950 ve 1960’lardan itibaren geliştiği yönündedir.4 Dolayısıyla terimin ortaya çıkışı ve gelişimi de bu süreçle yakından ilişkilidir. Terimin ortaya çıkışı ve anlam kazanma süreçlerinde belli isimlerin önemli bir etkisi olduğu görülmektedir. Bunların başında Amerikalı bir biyokimyacı olan Van Rensselaer Potter (1911-2001) gelmektedir. Potter özellikle biyoloji ve değerlerin birlikteliğinin insanın geleceği açısından önemine vurgu yapmış ve bu vurgusu özellikle tıp ve sağlık bilimleri alanında önemli ölçüde kabul görmüştür. Bu kabulden hareketle biyoetik ile sağlık alanı arasında ayrılmaz bir ilişki kurulmuştur (5). Ancak terimin ilk kullanımının daha erken bir dönemle ilişkili olduğu, bu açıdan da Fritz Jahr isminin dikkat çekici bir yere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda alanyazında uzunca bir süre Jahr ve biyoetik alanına olan katkıları gözden kaçmışken, özellikle son dönemlerde onun biyoetik alanına katkıları konusundaki görünürlüğünün belirginleşmesinden söz edilebilir.
Protestan bir teolog ve eğitimci olan Fritz Jahr (1895-1953), yirminci yüzyıl başlarında bu koşullar altında canlıların haklarını gözetmek, pratik uygulamalara etik boyut kazandırmak kaygısı ile biyoetik terimini kullanarak insan merkezli olmayan, canlı merkezli bir algılayışın gelişmesini ve bunun bir eğitim planı kapsamında bütün alanlara yayılmasının gerekliliğini, ilk defa sistematik olarak ortaya koymaya çalışmıştır. Biyoetik terimi, 1927’de ilk kez Fritz Jahr tarafından kullanılmış olsa da 1970’e kadar bir daha gündeme gelmemiştir.6 Kanser biyolojisi üzerine çalışan Van Ransselaer Potter 1962’de, “geleceğe uzanan köprü” tanımını biyoetik terimini ortaya atmadan sekiz yıl önce kullanmıştır. Bioethics, The Science of Survival (Biyoetik Hayatta Kalma Bilimi 1970) başlıklı yazısında ise biyoetik kavramının boyutunu genişletmiştir (7).
Biyoetik kavramı mevcut haliyle gelişimi içinde felsefeci ve biliminsanları arasında etkisini sürdürürken, Fritz Jahr’ın 1927’de Almanca olarak Kosmos dergisinde Bio-ethik başlığı ile yayımladığı makalede “yeni bir disiplin olarak biyoetik” kavramını daha önceden kullandığı görülmüştür (8,9). Daha sonra kavram derinlemesine ele alındığında, Jahr’ın biyoetik konusundaki asıl katkısının, Kant’ın “Koşulsuz Buyruk”undan yola çıkarak oluşturduğu, “Biyoetik Buyruklar” olduğu anlaşılmıştır. Jahr 1924-1948 yılları arasında yayınında bağlamsal olarak biyoetiğe göndermeler yapmasına rağmen kendi döneminde yeterince tanınmamıştır. Yayınlarından 70 sene boyunca hiç alıntı yapılmadığı tahmin edilirken, tesadüfen fark edilene kadar bilinmemiştir (10).
Jahr biyoetik kavramını, bilimsel ve teknolojik gelişmeler bağlamında insan davranışını tekrar gözden geçirmek üzerine inşa etmiştir. Antroposantrik yaklaşıma zıt olarak, insan aklının ve gelişmiş beyninin canlılar arasında bir gurur sebebi olarak görülmemesini, bunun yerine “fizyosentrik ve biyosentrik” bakış açısını öne sürmüştür. Evrimsel bağlamda da ortaya konmuş olan gelişmiş hayvanlar ile insan arasındaki benzerliğe atıfta bulunarak, hayvanlar üzerindeki deneylere, tıp ve psikolojideki pratik uygulamalar arasındaki bağlantıya dikkat çekmiştir (11).
Potter 1911’de Güney Dakota’da geniş ailesinin yaşadığı bir çiftlikte dünyaya gelmiştir. Üniversite’den Kimya ve Biyoloji bölümlerinden 1933 yılında mezun olmuş, 1938’de Tıbbi Fizyoloji ve Biyokimya alanında doktorasını tamamlamıştır. Kariyerine kanser araştırmaları ile devam etmiş, 1960’larda çevre ve biyoetik aktivisti olarak gündeme gelmiştir. Potter 1960’lar sonrasında modern tıpta kırılmaların yaşandığı, yaşanan teknolojik gelişmelerin gezegen için tehlikeli boyutlara ulaştığı düşünülen bir dönemde biyoetik kavramını dile getirmiştir (12). Biyoetiğin merkezde olduğu konular tıp, biyoloji, yaşam bilimleri ve çevre odaklıdır. Bu bağlamda amaç olarak öne çıkan düşünce, insanlık ve doğa arasında uzlaşma sağlayıp, insanın yaşamda kalması ve bunun sürekliliğinin sağlanmasıdır (7).
Türkiye’de Biyoetik
Biyoetik terimi ve disiplinlerarası bir alan olarak akademik etkinliği görece Türkiye’ye geç girmiş olsa da başta sağlık bilimleri olmak üzere diğer temel bilimler ve sosyal bilimlerle ilişki kurulan ve bütünsel bir bakış açısıyla etik farkındalığın oluşturulması çabası içinde olunduğu görülmektedir. Biyoetik dar ve geniş anlam yükünde tıp başta olmak üzere sağlık bilimleri, biyoloji, genetik, çevre etiği ve kısmen ekoloji ile ilişkili ahlaki değer sorunları çerçevesinde şemsiye bir kavram olarak kullanılmaya başlamıştır.
Türkiye’de bu gelişmelerin biyoetik açısından en önemli göstergesi ve sonucu 1994 yılında Türkiye Biyoetik Derneği’nin kurulması olmuştur. Derneğin kurucuları arasında yer almanın ötesinde bu alanda bir dernek kurulması düşüncesinin sahibi, bir hekim ve felsefeci olan Yaman Örs’ün alanda önemli katkıları olduğu bilinmektedir.17 Biyoetik teriminin yerleşmesinde ve dernekleşme sürecinde daha çok tıp ve sağlık bilimleri alanından katkılar ön plana çıkmıştır.22 Biyoetik ve biyoetik eğitiminin geliştirilmesi Derneğin temel amaç alanı olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda “biyoetik” teriminin “tıp, diş hekimliği, hemşirelik, eczacılık, veteriner hekimliği gibi sağlık uğraşlarında, biyoloji gibi temel bilimlerde ve eğitim-iletişim-hukuk gibi belli başlı uğraşsal etkinliklerde ortaya çıkan etik sorunların incelendiği ve çözüm yollarının önerildiği bir alan” olarak geniş sınırlara sahip bir etkinlik olarak tanımlandığı dikkat çekmektedir (23).
Biyoetik alanını Türkiye’de akademik çevrelere tanıtan ve kavramının gelişme sürecinde önemli katkıları olan Yaman Örs (1936-2016), kavramın kapsamlı olarak ve felsefi boyutlarıyla sağlık bilimleri alanına yerleşmesini sağlayan bir hekim, patolog, felsefeci ve tıp etikçisidir. Örs bu konudaki ilk yazısını 1991 yılında İngilizce olarak kaleme almış ve makale Biopolitics: The International University For The Bio-Environment’te (Biyopolitika: Uluslararası Biyo-Çevre Üniversitesi) yayımlanmıştır.30 Örs’ün biyoetik kavramını derinlemesine ele alarak kaleme aldığı on Türkçe ve on İngilizce olmak üzere toplam yirmi makalesi bulunmaktadır.31 Bunun yanı sıra 90’lı yıllarda pek çok bilimsel kongre ve toplantıda biyoetik temelinde konuşmalar yapmış ve konuya ilişkin lisansüstü tez çalışmalarına danışman olarak katkı vermiştir.
“Yeryüzü Etiği” Kapsamında Biyoetik ve Biyo-Etik
Biyoetik nasıl ki tıp etiğinin günün sorunları karşısında yetersiz kalması sonucu onun yerini aldıysa, biyoetik de insan merkezci bir etik olması sebebiyle günümüz toplumunun sorunlarına cevap veremediğinden yerini artık biyo-etik’e bırakmak zorunda kalacak gibi görünmektedir. Günümüz toplumunu ise en iyi şekilde Aldo Leopold “yeryüzü etiği” ile tanımlamaktadır. Leopold yeryüzü etiğiyle etiğin artık üçüncü aşamaya geldiğini belirtmektedir. Ona göre etik, ortak yaşamın bir sonucudur ve nasıl ki canlılar evrim halindeyse etik de evrimsel olarak ilerlemektedir. Bu bakımdan, yeryüzü etiği basitçe toplumun sınırlarını toprak, su, bitki ve hayvanları da kapsayacak şekilde genişletir. İlk iki aşamada insanın insanla ve toplumla ilişkisi mevzu bahistir ve bu aşamalarda biyotanın diğer canlılarının yalnızca ekonomik değeri vardır. Üçüncü aşamada ise etik sınırlarını genişleterek toprak, bitki ve diğer canlıları da etik topluluğa dâhil eder.
“Biyoetik” kavramı, ortaya çıktığı ilk dönemde ağırlıklı olarak insan yaşamı, tıbbi uygulamalar ve biyomedikal süreçlerdeki etik sorunlar üzerine odaklanıyordu. İnsan merkezci çerçevede gelişen bu yaklaşım, tıp etiğinin genişletilmiş bir versiyonu olarak görülmüştür. Ancak zamanla fark edilmiştir ki;
İnsan merkezci biyoetik, çevresel krizleri, ekosistemin bütünlüğünü, hayvan deneylerini, bitkilerin haklarını ve gezegenin sürdürülebilirliğini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu noktada biyoetik kavramı bir evrim geçirmekte ve biyo-etik olarak tanımlanan daha geniş kapsamlı bir etik düşünce biçimi ortaya çıkmaktadır.
Bu ilişkiyi bir zincirleme reaksiyon gibi düşünebiliriz:
- Tıp etiği → insanın bireysel hakları
- Biyoetik → insan + biyolojik yaşamın sınırları
- Biyo-etik → tüm canlıların eşit değeri
- Yeryüzü etiği → doğanın bir bütün olarak ahlaki konumu
Bu dönüşüm özellikle modern tıbbın karşılaştığı sorunlar için yaşamsal öneme sahiptir:
- Yapay zekâ destekli tanı sistemleri
- Genetik manipülasyon / CRISPR
- Biyoteknoloji ile tür değişimleri
- Hayvan deneylerinin etik sınırları
- Çevresel tahribatın insan sağlığına etkisi
- Sürdürülebilir sağlık politikaları
Örneğin bir teknoloji “insan sağlığına yarar sağlıyor” diye otomatik olarak doğru olmamalıdır;
Bu teknolojinin ekosisteme, diğer canlılara ve doğaya etkisi de aynı sorumlulukla değerlendirilmelidir. Biyo-etik ve yeryüzü etiği bu noktada yol gösterici hale gelmektedir.
Sağlık teknolojilerinin (AI tabanlı teşhis sistemleri, genetik düzenleme teknikleri, büyük veri analizleri, robotik cerrahi, implant teknolojileri, mobil sağlık uygulamaları vb.) hızla gelişmesi, etik değerlendirme gereksinimini daha da görünür hâle getirmiştir. Bu gelişmeler yalnızca klinik riskler değil; aynı zamanda insan onuru, veri mahremiyeti, türler arası sınırlar ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi çok boyutlu değer sorunları üretmektedir. Bu noktada tıp etiği, biyoetik, biyomedikal etik, biyo-etik ve yeryüzü etiği kavramları sağlık teknolojilerini değerlendirmek için birbirini tamamlayan bir çerçeve sunmaktadır.
Biyomedikal Etik Perspektifi: Teknoloji – İnsan Etkileşiminin Yönetilmesi
Biyomedikal etik, modern sağlık teknolojilerinin doğrudan merkezinde yer almaktadır.
A) Yapay Zekâ ve Klinik Karar Destek Sistemleri ve Etik Sorular:
- Algoritmaların hata oranı nedir?
- Veri setleri adil mi yoksa belirli grupları dışlıyor mu?
- Karar alma sürecinde insan denetimi nerede olmalı?
- AI bir hata yaptığında sorumluluk kimde?
Biyomedikal etik bu sorulara şu ilkelerle yaklaşmak sorumluluğundadır:
- Şeffaflık: Algoritmaların karar mantığı açıklanmalı
- Sorumluluk: Hekimin son karar üzerindeki rolü net olmalı
- Mahremiyet: Sağlık verisi korunmalı
- Güvenlik: Sistem siber tehditlere karşı korunmalı
B) Yapay Organlar, Biyonik İmplantlar, Nano-Tıp
- Bu teknolojiler insan bedeninin sınırlarını değiştirdiği için “insan nedir?” sorusu.
- Teknolojiye bağımlılık, eşitsiz erişim ve insan kapasitesinin yapay yollarla artırılması (human enhancement) etik tartışmalardır.
C) Telerobotik Cerrahi ve Uzaktan Sağlık (Telemedicine)
- Hekimin sorumluluğunun sınırı
- Uzaktan müdahalede hata riskinin hesaplanması
- Veri aktarımının güvenliği
- Teknolojiden kaynaklanan eşitsizliklerin azaltılması değerlendirilir.
| Etik Türü | Teknolojideki Rolü |
| Tıp Etiği | Bireysel hasta güvenliğini ve haklarını korur. |
| Biyoetik | Toplumsal etkileri, biyolojik yaşamın bütününü değerlendirir. |
| Biyomedikal Etik | Teknolojinin bilimsel, klinik ve hukuki sınırlarını belirler. |
| Biyo-Etik | Tüm canlılara duyarlılığı merkeze koyar. |
| Yeryüzü Etiği | Ekosistemin sürdürülebilirliğini gözetir. |
Sağlık hizmetleri; tıp biliminin, biyoteknolojinin, dijital dönüşümün ve yaşam bilimlerinin hızla iç içe geçtiği bir döneme adım atmış durumdadır. Bu dönüşüm, yalnızca klinik sonuçları değil; insan onuru, mahremiyet, toplumsal eşitlik, çevresel sürdürülebilirlik ve canlı yaşamının bütününe yönelik etik sorumluluğu da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle tıp etiği, biyoetik ve biyomedikal etik kavramları artık sağlık sektörünün “teorik” değil, doğrudan günlük pratiklerini yönlendiren “stratejik rehberler” hâline gelmiştir.
Tıp etiği, hasta merkezli yaklaşımıyla sağlık profesyonellerine temel bir değer zemini sunarken; biyoetik, insanın da dahil olduğu biyolojik yaşam bütününü korumaya yönelik çok disiplinli bir görüş kazandırır. Biyomedikal etik, modern sağlık teknolojilerinin karmaşık yapısında güvenlik, mahremiyet ve adalet ilkelerini uygulamaya döker. Bunlara ek olarak biyo-etik ve yeryüzü etiği, bütün canlıları ve ekosistemi kapsayan daha geniş bir etik çerçeve sunarak sağlık hizmetlerinin gezegen üzerindeki etkilerini görünür kılmaktadır.
Sağlık sektöründeki yöneticilerin, hekimlerin, hemşirelerin, araştırmacıların ve politika yapıcıların bu kavramları yorumlarken göz önünde bulundurması gereken temel noktalar şunlardır:
- Teknoloji yalnızca bir araçtır; etik ise yön veren pusuladır.
Yapay zekâdan genetik düzenlemeye, sağlık bilişiminden robotik cerrahiye kadar tüm teknolojiler, etik temeller olmadan risk üretmektedir.
- Biyomedikal etik, klinik kararların teknoloji çağındaki en güçlü denetim mekanizmasıdır.
Veri güvenliği, algoritmik adalet, hasta mahremiyeti ve erişilebilirlik gibi konular sağlık yöneticilerinin gündeminde daimi olarak yer almalıdır. - Biyo-etik ve yeryüzü etiği, sağlık kurumlarını sürdürülebilirliğe zorunlu kılar.
Karbon ayak izi, tıbbi atık yönetimi, enerji kullanımı ve kaynak verimliliği gibi başlıklar sağlık hizmetlerinin sürdürülebilirliği açısından doğrudan etik sorumluluğudur. - Etik yalnızca bir kural değil, kalite göstergesidir.
Etik ilkelerden yoksun sağlık sistemlerinin uzun vadede güven kaybına, maliyet artışına ve toplumsal risklere yol açacağı bilinmelidir.
Sonuç olarak sağlık sektörü, etik kavramlarını yalnızca teorik tartışmalar olarak değil, karar alma süreçlerinde yol gösteren stratejik bir çerçeve olarak değerlendirmelidir. Modern sağlık hizmetlerinin başarısı; bilimsel doğruluk, teknolojik yetkinlik ve etik duyarlılığın dengeli birlikteliği ile mümkündür. Biyoetikten biyo-etik düşünceye, oradan yeryüzü etiğine uzanan felsefi yaklaşım, sağlık sistemlerine yalnızca “nasıl tedavi edilmeli?” sorusunun değil, “nasıl yaşanabilir bir dünya bırakılmalı?” sorusunun da yanıtını sunmalıdır.
Bu nedenle etik, sağlık sektörünün geleceğinde bir tercih değil, zorunlu bir yön tayini olarak yerini koruyacaktır.





