Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği (TKDCD) tarafından düzenlenen “Medya Gözünden Kalp Damar Hastalıkları Çalıştayı” Şişli Radisson Blu Hotel’de gerçekleştirildi. Çalıştayda; kalp damar cerrahları ve basın mensupları “Kalp-Damar Hastalıkları Farkındalığı” için buluştu
Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Hastanesi Öğretim Görevlisi ve TKDCD Başkanı Doç. Dr. Murat Sargın ile Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) Başkanı, Bilkent Şehir Hastanesi Kalp Nakli Kliniği Sorumlusu ve TKDCD Genel Sekreteri Prof. Dr. Ümit Kervan’ın yönettiği çalıştaya çok sayıda gazeteciyle derneğin önceki başkanları ve yönetim kurulu üyeleri katıldı. Karşılıklı görüş alışverişinin yapıldığı çalıştayda; kalp ve damar hastalıklarının medyada nasıl yer bulduğu, hekimlerle medya arasındaki iletişimin nasıl şekillendiği ve kamuoyuna bilgilerin ne ölçüde doğru aktarılabildiği birlikte ele alındı.
TKDCD Başkanı Doç. Dr. Murat Sargın yaptığı konuşmada; “Kalp ve damar sağlığı alanında doğru bilgilendirmenin, bilinçli farkındalığın ve bilimsel veriye dayalı haber dilinin önemine inanıyoruz. Bu nedenle medyanın güçlü etkisini, hekimlerin bilimsel birikimiyle buluşturarak ortak bir akıl geliştirmeyi hedefliyoruz. Bu çalıştay, TKDCD’nin öncülüğünde, hekimler ve medya temsilcilerinin aynı masada buluştuğu; deneyimlerin paylaşıldığı, yanlış bilgilerin önüne geçmek için stratejilerin tartışıldığı ve topluma güvenilir mesajların nasıl aktarılabileceğinin şekillendirildiği bir “Ortak Akıl” platformu olarak gerçekleştirilmektedir. Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği (TKDCD) olarak, medyayla kurduğumuz iş birliğini toplum sağlığı için stratejik bir ortaklık olarak görüyoruz. Amacımız, doğru bilgiyi anlaşılır bir dille sunmak, kalp ve damar hastalıklarında hızlı ve etkili tedaviyi ülke geneline yaymak ve tekrar eden olayların önüne geçmektir” dedi.

Kalp ve damar hastalıkları her üç ölümden birinin nedeni
Türkiye’de kalp-damar hastalıklarının 2024 yılında tüm ölümlerin yüzde 36’sından sorumlu olduğunu hatırlatan Doç. Dr. Murat Sargın, “Yani ülkemizde hayatını kaybeden her üç kişiden biri kalp hastalığı nedeniyle aramızdan ayrılıyor. Son beş yıldır bu oran değişmiyor; pandemi döneminde bazı dalgalanmalar yaşansa da tablo aynı: kalp ve damar hastalıkları, ölüm nedenleri arasında açık ara ilk sırada. Cinsiyet dağılımına bakıldığında erkeklerde zaman zaman kanser ölümleri öne geçse de kadınlarda kalp-damar hastalıkları açık farkla birinci sırada yer alıyor” diye konuştu.
Türkiye’de kalp krizi Avrupalılardan daha erken geliyor!
Avrupa’da kalp krizi yaşının ortalama 65-70 yaş arasında olduğunu ifade eden Doç. Dr. Sargın, “İngiltere ve Almanya’ya bakarsak ortalamanın 67-68 yaşları olduğunu görüyoruz. Ülkemizde kalp krizi geçirenlerin ortalama yaşı 60-65 yaş arasında. Yani bizde kalp krizi geçirme yaşı ortalama 2-3 yaş daha erken gibi görünüyor. Bu karşılaştırmayı klinik araştırmalardan daha çok ulusal veriler üzerinden yapmak daha kesin sonuçlar verecektir. Daha belirgin olan, kalp krizi geçirme yaşının daha erkene doğru gelmesi. Bu tüm dünyada benzer şekilde. Ülkemizde kalp krizi geçirme yaşının düşmeye meyil etmesinin çeşitli sebepleri var. Genç erkeklerde sigara kullanımı çok yüksek; neredeyse her iki hastadan biri aktif sigara içiyor. Kolesterol yüksekliği, yüksek tansiyon ve diyabet sıklıkla birlikte görülüyor. Obezite ve hareketsizlik giderek artıyor. Kötü kolesterol dediğimiz LDL değerlerini düşürmeyi hastalarımız yeterince önemsemiyor; düzenli kontrol ve ilaç uyumu düşük kalıyor. Bu tablo, Türkiye’de risklerin genç yaşta biriktiğini ve önleyici adımların erken yaşta başlaması gerekliliğinin önemini açıkça ortaya koyuyor” açıklamasında bulundu.
Risk yaş ile birlikte artıyor
Doç. Dr. Murat Sargın şöyle konuştu: “Kalp ve damar hastalıklarının riski yaşla birlikte katlanarak artıyor; en ağır yük 65 yaşın üzerindekilerde görülüyor. Erkekler genç yaşlarda daha erken riskle karşılaşıyor, kadınlarda ise menopoz sonrasında tablo hızla değişiyor ve ileri yaşlarda fark kapanıyor. Türkiye’de kalp krizi geçirenlerin klinik verilere ortalama yaşı 60-65 yaş aralığı. Ulusal kayıtlar, hastaların yalnızca dörtte birinin kadın olduğunu gösteriyor. Bu da erkeklerin daha genç yaşta hastalığa yakalandığını, kadınların ise daha ileri yaşta riskle karşı karşıya kaldığını ortaya koyuyor. Bu nedenle kalp-damar hastalıkları erkeklere özgü değil; kadınlarda özellikle menopoz sonrası aynı derecede hayati bir tehdit oluşturuyor.”
Kalp krizinde acil müdahale
Kalp krizinde acil müdahalenin hızını, hastanın hastane kapısından girdiği andan anjiyo laboratuvarında tıkalı damarın açılmasına kadar geçen “kapıdan-balona” süresinin belirlediğini anlatan Doç. Dr. Sargın, “Doğru merkeze yönlendirme ve transfer zinciri bu süreyi doğrudan etkiler. Ardından ülke genelindeki işlem kapasitesini ve erişim düzeyini değerlendiriyoruz. Kalp krizinde amaç basittir: tıkalı damarı en kısa sürede açmak. “Kapıdan-balona” süresi, hastanın hastane kapısından girdiği andan anjiyo salonunda damarın yeniden kan akımına kavuşmasına kadar geçen zamanı ifade eder. Ulusal hedef 90 dakikanın altıdır. Büyük merkezlerde bu süre çoğunlukla 60–80 dakika aralığına inmektedir; bazı çalışmalarda yaklaşık 36 dakikalık medyan değerler bildirilmiştir. Bu tablo, doğru akış kurulduğunda müdahalenin üstün hızla yapılabildiğini gösterir. Hastane öncesi zincirin güçlenmesi (112’nin erken aranması, sahada EKG çekilmesi ve doğrudan girişim yapılabilen merkeze yönlendirme) toplam zamanı daha da kısaltır. Türkiye, kalp damar tedavilerinde yüksek hacim ve geniş erişim sunmaktadır. Yılda yaklaşık 326 bin koroner girişim (balon ve stent içeren işlemler) ve 50 bin koroner baypas ameliyatı yapılır. Nüfusa oranlandığında ülkemiz, koroner girişimlerde Avrupa ortalamasının yaklaşık %60 üzerinde, baypasta ise %120 üzerinde yer alır. Bu tablo, hastaların tedaviye hızla ulaşabildiğini ve merkezlerde önemli bir deneyim birikimi bulunduğunu gösterir” şeklinde konuştu.
Kalp sağlığında korunma
Doç. Dr. Murat Sargın kalp sağlığında korunma ile ilgili şu ifadeleri kullandı: “Korunmada en kalıcı etki, günlük yaşam alışkanlıklarıyla sağlanır. Temel yaklaşım, sofrayı Akdeniz modeline uygun hale getirmektir. Akdeniz modelinde yemeklerde ana yağ olarak zeytinyağı kullanılır. Her gün sebze, meyve, tam tahıl, baklagil ve bir avuç kuruyemiş tüketilir. Balık haftada bir-iki kez yenir. Kırmızı ve işlenmiş etler sınırlandırılır. Lifli gıdaların alımı arttırılır. Yulaf ve arpa ürünleri ile baklagiller düzenli tüketildiğinde “kötü kolesterol” olarak bilinen LDL düşer. Doymuş yağ tüketimi azaltılır. Tereyağı ve işlenmiş etler yerine zeytinyağı ve kuruyemiş gibi sağlıklı yağ kaynakları tercih edilir. Tuz kısıtlanır. Haftanın çoğu günü düzenli, tempolu yürüyüş yapılır. Bu adımlar kan basıncını iyileştirir ve toplam kardiyovasküler riski azaltır. Bu önlemler ilaç tedavisinin yerini almaz. Tedaviyi tamamlar. Düzenli ve istikrarlı uygulandığında birikimli etki sağlar ve korunma gücünü artırır.”

Obezite tehlikesi
Prof. Dr. Ümit Kervan ise, obezite tehlikesine dikkat çekti. Prof. Dr. Kervan, ülkemizde obezite rakamlarının yüzde 18’lere çıktığını belirterek, ciddi sağlık sorunlarına neden olan obezite ile ilgili şu çarpıcı rakamları paylaştı: “Kadınlarda geçen yıl yüzde 20 olan obezite oranı, bu yıl yüzde 22’lerin üzerine çıktı. Obezleşen bir topluma dönüşüyoruz. Bu sağlığımızı da bozuyor. İstanbul’un morbit obezite oranın yüzde 8’lerden yüzde 16’ya çıktığını açıklayan Prof. Dr. Kervan, “İstanbul’a baktığınız zaman morbit obezite oranı hızla artıyor. Büyükşehirde yaşıyoruz, Kovid-19’dan sonra hareketten uzak kalmaya başladık. TKDCD olarak endişeleniyoruz. Çünkü gelecekte bu tür hastalarımızın sayısı artacak” dedi. Türkiye’deki bölgesel dağılıma bakıldığında da obezite rakamlarında değişiklikler olduğunu belirten Prof. Dr. Kervan, “Özellikle Batı ve Doğu Karadeniz tarafı en yüksek morbit obezitenin görüldüğü yerler oldu. Eskiden ‘Karadeniz bölgesindeki insanlar yaylaya çıkıyor, koşuyorlar, hareket ediyorlar’ diyorduk. Ama artık demek ki toplumsal değişikliklerle birlikte hareketsiz yaşam başladı. Ve obezite arttı. Obezite demek kardiyovasküler yani kalp-damar hastalıklarının artması demek” dedi.