Prof. Dr. Melih BULUT
Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği Başkanı
SASDER
Ben 1953 doğumluyum ve ellilerin sonları, altmışların başlarının Ankara’sını çok iyi hatırlıyorum. Şehrin pek çok yeri gibi kırık dökük bir gecekondu semti olan o zamanki Hacettepe’yi de çok iyi hatırlıyorum. Babam eski bir Gençlerbirliği oyuncusu, dayım da meşhur “Kaleci Deli Hikmet” olduğu ve Recep Adanır, Suat Mamat gibi zamanın meşhur futbolcuları hep evimize geldiği için İhsan Doğramacı adını da ilk kez onun Hacettepe futbol takımına yaptığı aşırı vaadler üzerine yapılan konuşmalarda duymuştum. Çok meşhur bir çocuk hekimi olduğunu sonradan öğrendim. İlerleyen yıllarda “Hoca Bey futbolla bizi kandırdı, bu güzel vaadlerle bizim elimizden semtimizi aldı” diye konuşulduğunu da çok duydum. Neyse alındı da çok iyi oldu, Türkiye dünya çapında bir esere kavuştu.
Yetenek yeteneği çeker
Hacettepe Tıp Fakültesi’ne 1970’te girdiğimde yani neredeyse 10 sene içinde mükemmele yakın bir sağlık eğitim ve hizmet kampüsü meydana çıkmıştı. İhsan Bey daha Ankara Tıp Fakültesi’nde iken Hacettepe semtinde küçük bir çocuk kliniği açmış; burada çıkan bir çatı yangınını fırsata çevirerek hızla kafasında çoktan oluşturduğu modern sağlık üniversitesini kurmaya girişmişti. Etrafına o zaman Türkiye’deki kadro yetersizliği nedeniyle Amerika’da ihtisas yapan genç, heyecanlı hekimleri, Nusret Fişek, Hüsnü Göksel gibi muhteşem insanları aldı. Yetenek yeteneği çeker prensibiyle o dönemlerinde güçlü insanlarla çalışmaktan çekinmedi. Bir Hacettepeli olarak Doğramacı’dan sonra göreve gelen pek çok yöneticinin vizyon ve iş bitiricilik açısından aynı başarıyı gösteremediğini belirtmeliyim.
Modern hastanecilik
İhsan Bey’in modern hastaneciliği Türkiye’ye ilk getiren kişi olması çok önemlidir. Nitekim halkımız o zamanın kısıtlı iletişim imkânlarında bile, son bir ümit, çarenin Hacettepe’de olabileceğini düşünürdü ki, bize Türkiye’nin her yerinden hasta gelirdi. Hatta Arap Servisi bile vardı, yani ilk sağlık turizmini Hacettepe yapmıştı. En önemli bir diğer vizyonu ve başarısı tıp ile aynı zamanda diş hekimliği, eczacılık, hemşirelik, diyetisyenlik, fizyoterapi, sağlık idaresi, çocuk gelişimi, sosyal hizmetler gibi bölümleri açması ve bizim genç hekim adayları olarak onlarla beraber aynı sıralarda okuyarak farklı disiplinlere saygı duymamızı sağlamasıdır. Maalesef YÖK Başkanlığı sırasında bunları fakülteye dönüştürmemesi önemli bir eksikliği olmuştur.
“Yetiş Hoca Bey”
12 Eylül’e gelindiğinde artık Doğramacı dekan ve rektör seçimlerinde etkili olsa da fiili olarak Hacettepe’nin günlük yönetiminden uzaklaşmıştı ve hatta gelişip serpilmelerine vesile olduğu öğretim üyelerine çok çeşitli nedenlerle kırgın ve kızgın olduğu söylenebilir. İhsan Bey’in YÖK’ü şekillendirmesinde bu psikolojinin etkileri olduğuna inanıyorum. Çünkü 1981 Aralık’ında askerlik görevi için Hacettepe’den ayrılsam da gelişmeleri yakından izliyordum ve 1983 Nisan’ından itibaren Hacettepe’de öğretim üyesi olarak tekrar çalışmaya başlamıştım yani olan bitenin tam göbeğindeydim. YÖK çok tartışıldı ve tartışılıyor. Kanımca birkaç temel hata yapıldı. Doğramacı o yıllarda üniversiteciliği Türkiye’de en iyi bilen insanlardan biri olsa da YÖK üniversiteleri bir tıp ve sağlık üniversitesi olarak gören katı hiyerarşik bir yapı getirmişti. Bu paradigma aslında üniversitenin temel felsefesine, sosyal bilimlere, sanat dallarına hatta mühendisliğe ters geldi. Darbenin de etkisiyle bu katı anlayış o kadar sertti ki düşünebiliyor musunuz sakalı var diye öğretim üyeleri görevinden uzaklaştırıldı! Şimdi sağlık üniversitelerinin ayrı örgütlenmesi ve yönetilmesi niyetini görmek beni mutlu ediyor. O zamanki çocuk cerrahisi ana bilim dalı başkanımız, rahmetle ve sevgiyle kendisini anıyorum, Prof. Nebil Büyükpamukçu ve kurucumuz Prof. Akgün Hiçsönmez benim yöneticilikte yetişmem için gelen tüm evrakı önce bana yönlendirirlerdi. İlk yıllarda abartmıyorum neredeyse her gün yeni bir yönerge gelir, ertesi gün de değiştirilirdi. Bu galiba biraz da onun adamına ve duruma göre mevzuatı ayarlama huyundandı. O zamanlar çok kızdığım ve omurgasızlıkla suçladığım bu davranışlarını bu ülkede iş yapmanın zorluklarını gördükçe daha bir anlayışla karşılamaya başladım. Örneğin bir güzide holdingimizin, bir sağlık üniversitesi ile birlikte çok güzel bir çocuk hastanesi açma girişiminin takıldığı bürokratik engelleri duyunca “Yetiş Hoca Bey” diyorum içimden.
“Hayallerini Gerçekleştirebilen Adam”
Yine çok değerli bir insan, gerçek öğretmen ve halk sağlıkçı Prof. Doğan Benli onun için “Hayallerini Gerçekleştirebilen Adam” demişti. Evet İhsan Bey için hayallerini gerçekleştirmek her şeyden önemliydi. Kendi hayatım dahil pek çok kişinin geçmişine baktığımda ilkelerimiz, prensiplerimiz ve kırmızı çizgilerimiz için, belki de haklı olarak hayallerimizden vazgeçiyoruz. Şimdi düşündüğümde hangisi doğru tam karar veremiyorum. Hayallerinizden ilkeleriniz uğruna vazgeçtiğinizde mi daha bencilce bir davranış sergiliyorsunuz, yoksa hayalleriniz için her şeyi göze alarak mı? Bu sorunun doğru cevabını muhtemelen hiç bilemeyeceğiz, biraz da kişilik özelliğidir diyeceğiz ama eskiden olduğu gibi günümüzde de esnekliğin hayatta başarı için gerekli olduğunu söyleyebileceğiz.
YÖK’ün Türk Tıbbına yararı
YÖK’ün Türk Tıbbına az konuşulan ama çok büyük ve tarihi yararı doçentlik sınavına getirdiği kriterlerdir: Öğretim üyesi olmak için çok iyi derecede yabancı dil bileceksin ve uluslararası yayın yapacaksın! Bu bizim batı tıbbı ile bütünleşmemizi, tedavi alanında önemli sıçramalar yapmamızı sağladı. Ekonominin dışa açılması sayesinde o güne kadar kitaplarda okuduğumuz ilaçlara, malzemelere, teknolojiye de kavuşunca bugünkü başarılarımız ortaya çıktı. Özel hastane sahipleri ya da siyasi iktidarların bu başarılara katkısı sınırlıdır, bu böyle biline. Nasıl o günlerde yapılan doğru işlerin meyvelerini bugün topluyorsak, şimdilerde yapılan yanlışların sillesini de gelecekte yiyeceğiz.
Doğramacı’nın ısrarla üzerinde durduğu iki temel prensip vardı: Üniversitede seçim olmaz, altından zor kalkılacak sorunlar yaratır, ikincisi de üniversite öğretim üyesi tam zamanlı çalışır. Şimdi ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Vakıf üniversiteleri de yönetim sorunları yaşıyor ama bilhassa devlet üniversitelerinin nasıl yönetilmesi gerektiğine artık çok ciddi kafa yormamız gerekiyor.
Sağlık Üniversiteleri
Bilkent Üniversitesi’nin kuruluşu da çok tartışma konusu olmuştur, ben onlara girmeyeceğim. Ancak ısrarlara rağmen Bilkent’e tıp fakültesi açılmamıştı. O zamanın şartları içinde finansal olarak mantıklı gelmemiş olabilir, Hacettepe’de yaşadığı hayal kırıklıklarını yaşamak istememiş veya Hacettepe’ye rakip olmak istememiş olabilir. Bugünlerde birçok girişimcimizin, vakfımızın sağlık üniversiteleri kurma, geliştirme çabaları o nedenle ayrıca takdir edilmelidir. Doğramacı Bilkent’te bir tıp fakültesi kurmasa da sağlık politikaları ile ilgisini kesmemiş ve bazı merkezler oluşturarak çeşitli çalışmaların yapılmasını sağlamıştır. Şimdilerde sağlık üniversitelerinin örnek alması gereken de budur. Açıkçası para için sağlıkla ilgili bölümler açılıyor ama sağlık politikaları geliştirme merkezlerine gereken yatırım yapılmıyor.
Kadim bir Hacettepeli
İhsan Doğramacı küçük bir çocuk kliniğinden iki büyük üniversite yarattı. Hacettepe mezunu insanlar pek çok üniversite, klinik, hastane kurdu, Türk Tıbbına damga vurdu. Ancak artık Hoca Bey’i aşma zamanı. Herhalde o da bunu isterdi. Kanımca Hacettepe’nin kendi içinde yaşayacağı atılım ve pozitif dönüşüm biz mezunları ve Türkiye’yi çok olumlu etkileyecek, örnek olacak. Ne mutlu ki şu anda rektör olan Sevgili Haluk Özen kadim bir Hacettepeli ve bu vizyona sahip bir insan; ondan çok şey bekliyor, görevinde kolaylıklar diliyoruz.