Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği Başkanı Prof. Dr. Melih Bulut, Semadirek’i yazdı…
Semadirek: Ne kadar uzak; Ne kadar yakın
1986’da Ankara’dan İstanbul’a göç ederken kafamızda Karadeniz sahiline yakın bir köyde ev edinme projemiz vardı. Sonuçta Karadeniz’de değil Saroz Körfezinde Enez ilçesi sınırlarındaki Büyükevren köyünde bir evimiz oldu. Köyümüzü ve çevresini bilhassa güzel insanlarını bir gün size anlatacağım ama bugünkü konumuz hemen karşımızdaki Yunan Adası Semadirek (Samothraki, Trakyanın tepesi) seyahatimiz. Adanın bizim taraftan silüeti uyuyan güzel bir kıza benzer. Aslında 1700 metre kadar yüksekliği olan Fengari Dağı (Ay Dağı) nedeniyle heybetli bir görünümü vardır. Tam 26 sene ada bize biz adaya baktık durduk, hatta evimizde yerel bir naif ressamın yaptığı Semadirek tablosu bile var ama bir türlü gidemedik adaya, uzaktı. Aslında halklar değil, devletler çok uzaktı; neyse ki 1999 depremi duvarları yıktı. Diğer taraftan ada çok yakındı, öyle ki köyden İstanbul’a yolculuğumuz, feribotla adaya gitmemize rağmen daha uzun sürüyordu. Tabiatı, mutfağı, sıcakkanlı dost insanlarının bize daha da yakın olduğunu gördük.
Hippi adası
Büyükevren’deki evimizden 45 dakikalık güzel bir Gala Gölü, Meriç manzaralı yolla İpsala’ya vardık. Yurt dışında araba kullanmak için gerekli yeşil sigorta ve beynelmilel ehliyet işlerini İstanbul’da hallettiğimiz için fazlaca beklemeden Yunan sınırını geçerek otobana girdik. Otoban iki şeritli ama bomboş, yarım saatte ada feribotuna bineceğimiz Dedeağaç’a (Aleksandropoli) ulaştık. Yola çıkmadan önce internetten epey bir Semadirek yazısı okumuştuk ancak hiçbirinde feribot için mutlaka rezervasyon yapın uyarısı yoktu, siz giderseniz mutlaka internet veya telefonla Saos Ferries sitesinden bunu yapın, yoksa şehirde gecelemek zorunda kalırsınız. Gerçi bu da fena fikir değil güzel oteller ve harika lokantalar var. Feribotta bayağı bir sırt çantalı, çeşitli milletlerden gençler dikkatimizi çekti, burası eskiden beri “hippi” adasıymış, şimdi de öyle.
Paleopolis Büyük Tanrılar Tapınağı
İki saati geçen bir yolculuktan sonra gece liman köyü Kamariotissa’ya vardık. Buradan 10 km kuzeyde Kariotes köyündeki apart motelimize gittik. Biz geç karar verdiğimiz için yer bulamamış ve rezervasyonumuzu mecburen booking.com dan yapmıştık, normal fiyattan daha fazla ödedik. O nedenle Yunanistan’da bu konuda dikkatli olmak lazım. Ne var ki motelde geç akşam yemeği olarak yediğimiz güneşte kurutularak hazırlanmış ahtapot ve uzonun güzelliği bunu bize unutturdu. Ertesi gün Paleopolis, Büyük Tanrılar Tapınağını gezdik. Burası M.Ö yıllardan başlayan aktif zamanlarında her tür inanca mensup insanın gelip ibadet edebildiği bir yermiş. Şimdilerde cami, kilise, sinagog bir çatı altında yapılıyor ya adamlar bunu antik çağlarda akıl etmişler. Bu tapınak 19.yy.dan bu yana Louvre Müzesinde sergilenmekte olan Nike heykeli ile de ünlü. Bir de şifa verdiğine inanılan kaya var tapınak bahçesinde, onunla epey bir samimi oldum, bakalım fayda getirecek mi?
Pachia Amos kumsalı
Adanın kuzeyi ile güneyi birbirinden iklim ve bitki örtüsü olarak tamamen farklı. Kuzey Karadeniz’e çok benziyor, çınar, meşe çam ormanları ile kaplı. Güneyde ise zeytin, palmiye görüyorsunuz. Güneyin çoğu denize dimdik inen dağlardan oluşuyorsa da adanın en güzel kumsalı Pachia Amos burada. Üstelik aynı körfezde olmasına rağmen deniz suyu Saroz ve Gökçeada’dan en az 4-5 derece daha sıcak. Biz yemedik ama bu plajdaki tek lokantanın iyi olduğunu öğrenmiştik. Semadirek’te, Türkiye’nin aksine, sahildeki şemsiye ve şezlonglara para istemiyorlar, sadece tesisten yiyip içtiklerinizi ödüyorsunuz. Burada yemek tercihimiz biraz yukardaki Profitis İlias köyünde yer alan Vrachos (Goat Center) isimli lokanta oldu. Fethiye’de oğlak çevirmenin hasını yaparlar ama bu bambaşkaydı. Üstelik gayet hesaplıydı. Bu köye gelmeden önce Makriles’te adanın meşhur peynircisi Papanikolau var. Çocukluğunuzdaki kaşar tadının özlemini çekiyorsanız mutlaka uğrayın.
Fonias şelalesi
İkinci gün adanın kuzey tarafını keşfettik. Bu taraf çınar ormanı, kaplıcalar (Therma köyü) ve şelaleler ile ünlü. Çınar ormanlarının altı kamping, sırt çantalı, motosikletli binlerce insanı barındırıyor. Birkaç şelale varsa da biz ulaşması en kolay olan Fonias’ı tercih ettik ki Fonias’ın kelime anlamı katil demekmiş! Özellikle yağışlı havalarda kaygan ve tehlikeli hale gelen yürüyüşte epey bir insan telef olmuş anlaşılan. Gezi rehberlerinde “ilk şelaleden ilerisine gitmeyin” önerisi var zaten. Burası için güzel bir yürüyüş ayakkabısı ve mayo şart. Çünkü 45 dakikalık yürüyüş sırasında billur gibi suyun oluşturduğu gölcükleri görünce mutlaka siz de yüzmek istiyorsunuz. Hele şelaleye ulaşınca bu istek dayanılmaz hale geliyor. Fonias gerçekten özgün bir güzel. Kuzey sahilinde Kariotes civarında yer alan Vasilikos isimli restoran denizin tam kenarında, çınarların altında ve gün batımını seyretmek için harika bir yer.
Tekne turu
Üçüncü günümüzü ada etrafında tekne turu ile geçirdik. Tekneye kaptan, karısının adı olan, Theodora adını vermiş ve kadın da dış görünüşü ve duruşu ile hakikaten bu ismin hakkını veriyordu. Adanın bir keçi cenneti olduğunu biliyorduk, kaynaklarda 70.000 sayısından söz ediliyordu, fakat her tarafı dolaşmamıza rağmen tek tük keçi görüyor, ne dışkı, ne koku ne de ağıl gözümüze çarpmıyordu. Tekne gezisinde bunun sebebini anladık, bizdekinin tersine ağıllar yerleşim yerlerinin çok uzağında dağlarda yer alıyordu. Her köy güneş enerjisi santraline sahipti. Bu gezi sırasında en ilginç uğrak noktası Vatos kumsalıydı. Burası geniş bir dere ağzı ve dere yatağında ulu çınarlar var. Yolu yok, tek ulaşım aracı Theodora. Çınar ağaçlarının altının çadır kurmaya elverişli olması ve tatlı su bulunması bu koyu doğal çıplaklar kampı haline getirmiş, hippilerin her yaştan en hızlıları burada. Yunanistan’dan ve başka ülkelerden gelen insanlar tamamen doğal ortamda, neredeyse komün hayatı yaşayıp kamp yapıyorlar. Vatos plajının enfes olduğunu söylememe herhalde gerek yok. Burayı görünce bizim ender bakir kalmış köşelerimizden Kabak Koyunu kısa sürede pop müzik konserleri bile yapılan bir ucube haline getirdiğimizi düşünerek epey üzüldük. Vatostan sonra dik dağlar denize inmeye başlıyor ve 200 metreden dökülen incecik şelale gibi, Beşiktaş forması gibi kimi zaman çapraz çizgilerle süslenen siyah beyaz volkanik kayaların oluşturduğu ilginç doğa görüntüleri sizi karşılıyor. Buradan kuzeyin ucundaki taşlık kumsal olan Kipos’a varıyorsunuz. Burası da özgün bir yer ama tesis olmadığı için şemsiye, yiyecek ve içeceğinizi yanınızda götürmelisiniz. Denizde geçen bir günün akşamını adadaki en iyi balık lokantası olduğu söylenen limandaki Hranas’ta kalamar ızgara ve gümüş balığı ile noktaladık.
Chora köyü
6000 yıllık yerleşim geçmişi olan adada korsan saldırılarından bıkan halk 10. Yüzyılda biraz yukarda Chora köyüne yerleşmiş. Burası en hoş ve turistik olan köy aslında. Kaldırım taşlı caddeleri, evleri, evlerin pencerelerindeki el işlemeli perdeleri görülmeye değer. Ayrıca 1900 isimli, Türkçe menüsü olan gayet başarılı ve enfes manzaralı bir lokantası var. Ama Lefkos Pirgos dondurmacısı bir başka. Ev yapımı dondurmaları ile gerçekten damak çatlatıyor, pek popüler olmayan 2500 nüfuslu 178 km karelik sapa bir Yunan Adasında 1953’ten beri ayakta kalmayı başarıyor, her saatte masaları dolu. Sahibi, adaya sık gelen bir Türk’ün Chora’dan ev aldığını da söyledi bize.
“İlk fırsatta tekrar gideceğiz”
Yabancı turist olarak Romenleri çokluğu dikkatimizi çekti. Tek tük İngiliz, Alman ve Türk’e rastladık. Bizdekinin aksine oda fiyatlarına çoğu yerde kahvaltı dahil değil. Odalarda buzdolabı, tesislerde mutfak kolaylığı da var. Araba ile gidenler kahvaltılık malzemelerini ve bilhassa çaylarını yanlarında götürmeli, kahve ise her yerde harika ve ucuz. Uzo (genellikle 20 cc lik şişelerde servis ediliyor), reçineli şarap (Retsina), şarap ve Mythos bira Yunanistan’daki geleneksel alkollü içecekler. Lokantaların hemen hepsi aile işletmesi, belki de o nedenle biz pek çok ada gezdiğimiz halde buralarda midemizi bozan bir şey yemedik; aksine yemeklerden ve fiyatlardan çok memnun kaldık. Deniz ürünleri tam anlamıyla mükemmel. Özetle Semadirek seyahatimizde biz çok mutlu olduk; oraya ilk fırsatta tekrar gideceğiz.