Sağlık Turizmi; çok tartışma yaşanan ama emekleye emekleye büyüyen ve günümüzde artık sağlıkta önemli sektör kollarından olmaya başlayan bir alan. Biz neredeyiz’in teşhisini koymadan ülkeleri kategorize etmekte fayda bulunuyor. Benim sınıflandırmam şu şekilde, sağlık turizminde 3 tip ülke bulunuyor. Bunlardan ilki ABD, İsviçre gibi ileri teknoloji kullanan ama sadece ileri teknoloji değil tıptaki yeniliklerin de kaynağı olan ülkeler. Bu ülkelere dünyanın her yerinden çok yüksek rakamlara hastalar gelebiliyor. Örneğin kanser hastaları, örneğin genetik rahatsızlıklara sahip hastalar. Biz tabi ki bu kategoride değiliz, olabilme ihtimalimiz de çok uzaklarda.
Diğer bir kategori; uluslararası teknolojiyi kullanabilen, standart ameliyatları yapabilen, benzeri ülkelere göre ucuz olan yapılar. Singapur, Tayland, Malezya gibi Asya ülkeleri ile Türkiye de bu kategoriyi oluşturuyor. Bu ülkelerdeki uluslararası akreditasyona sahip bir hastane hem hastalara cazip gelebiliyor, hem de sigorta şirketleri sizi buralarda ameliyat olmaya yönlendirebiliyor. Tabi buradaki işin sırrı, ucuzluğun yanı sıra göz ameliyatları, bazı KVC, saç ekimi gibi standardizasyona uğramış operasyonları yapıyor olması.
Son grup ülkeler ise batı standardında kabul edilmemiş uygulamalara sahip veya illegal tedavileri uygulayanlar. Örneğin, Ermenistan’da AIDS’i kan değişimi ile tedavi ettiğini iddia eden hastanelerin varlığı veya Hindistan’da yapılan kaynağı belirsiz böbrek nakilleri. Ya da Çin’de artık terminal döneme giren kanser hastalarını tedavi ettiğini iddia eden merkezler. Tabi bu son grup ülkelerde bulunan merkezler hastaların çaresizliğini kullanıyor. Kim Hindistan şartlarında ameliyat olmayı ister ki? Ama çaresizlik ve umut dünyası insanları buralara sürüklüyor.
Peki, bizdeki bu ucuzluğun kaynağı nedir? Eğer yurtdışı ile benzer malzeme ve cihazları kullanıyorsak bu ucuzluk, bizim insan gücüne ödediğimiz düşük ücretten kaynaklanıyor. Yani Avrupa’da bir hekim veya hemşirenin Türkiye’deki meslektaşına göre aylık kazancı 10 kat’ın üzerinde ise siz elbette benzeri ameliyatı burada ucuza yapabilirsiniz. Tabi bir de vergi gibi bazı avantajlarınızı da devreye sokarsanız bu hizmeti daha da ucuza sunabiliyorsunuz.
Örneğin yurtdışı hastalara uygulanan by-pass yaklaşık 8-10 bin USD iken bu ücret ABD’de 80-100 bin USD’ye kadar çıkabiliyor. Ve günümüzde TL’de yaşanan değer kaybı, bu rakamları gelecek günlerde daha da aşağıya çekecektir. Turizmcilerin hep zengin turist hayali vardır. Rakamları ortaya koyarlar, keşke bu turist bize gelse derler ama bir türlü gelmez. Sağlık turizminde de aynı durum bulunuyor. Bizde de ABD’nin, Avrupa’nın fiyatlarına çıkabilir miyiz diye bir beklenti her zaman var. Ama bu da çok çok zor. Neden mi zor? Çünkü sizin teknoloji geliştirmeniz yok. Yeni teknikler bulmanız yok. Yeni tedavi yöntemleriniz yok. Ne yapıyorsunuz? Standart işleri burada ucuza gerçekleştiriyorsunuz. Peki neden bunlar Türkiye’de yok? Siz Ar-Ge’ye ne kadar para harcıyorsunuz ki? Siz ne kadar bilim üretiyorsunuz ki? Önce bu soruları yanıtlamamız gerekiyor. Tek yapabildiğimiz buluş, döner sermaye kırbacı ile hastane ve doktorları daha fazla hasta bakmaya yöneltmek. Adı eğitim ve araştırma olan hangi hastane hangi araştırmayı yapmış ki? Birbirinin benzeri uzmanlık tezleri ile sağlık alanında araştırma mı yapmış oluyoruz? Ya üniversiteler? Üniversite hastaneleri sözde araştırma bilim merkezleri? Güldürmeyin, akan damını toparlamaktan aciz bir yapıdan bahsediyoruz. Standart dışı üstün işler yapan kaç tane ekibimiz var ki, olsa da yaşayabilirler mi? Aile hekimlerinden hallice yerlerden bahsediyoruz. Kabahat sadece üniversitelerin mi? Hükümetlere suç atmak kolay ama insanlar da mevcut sisteme şöyle bir bakmalı, bu yapı kimin eseri diye de sormalı.
Aslında hiç iş yapmamakla karşılaştırdığımızda, ucuza iş yapmak da kötü bir şey değildir. Sağlık Bakanlığı rakamlarına baktığımızda 2008’de 75 bin olan hasta sayısı şu an 300 bin’i geçmiş durumdadır. Tabi gene buralarda istatistiki oyunlar mümkün. Ülkemize gelmiş, rahatsızlanarak hastaneye giden turistleri, kendini başarılı göstermek isteyen bazı kurumlar sayabiliyor. Bakanlık verilerinde görünen Kuşadası Devlet, Marmaris Devlet, Kemer Devlet, Manavgat Devlet Hastanesi verileri bu nitelikte bulunuyor. Özellerde ise zincir hastanelerin başarısını rahatlıkla görebiliyoruz. Anadolu Sağlık Merkezi, Acıbadem, Medical Park, Medicana, Dünya Göz, Bayındır Hastaneleri bu anlamda ön plana çıkıyor. Gelire baktığımızda ise 2,5 milyar dolar gibi çok büyük olmayan ama azımsanmaması gereken bir rakam da karşımızda bulunuyor. Gelen hastalara baktığımızda ise iki grubu görüyoruz, ya Avrupa (özellikle Almanya, Hollanda)’dan gelen ucuz tedavi arayanlar ya da çevremizde oluşan savaş veya imkânsızlıklar nedeni ile gelenler (Libya, Irak gibi). Fırsat olarak baktığımızda ise dev Afrika yanı başımızda bulunuyor.