Prof. Dr. Melih BULUT yazdı
6 Aralıkta kırkıncı (40) evlilik yıldönümümüzü kutladık. Aynı balayımızdaki gibi Gazipaşa ve Alanya’ya gidelim dedik, iyi ki de öyle yapmışız yine güzel anılarla dolu bir seyahat yaptık. Gazipaşa’da dolaşırken Berk Çorbacısının vitrininde “Askıda Çorba Var” ibaresi dikkatimizi çekti. Sorduğumuzda halkımızın çok anlamlı bir dayanışmasını daha öğrenmiş olduk. Maddi durumunuz iyiyse içtiğiniz çorbadan başka bir veya birkaç çorba parası daha veriyorsunuz; böylece cebinde çorba parası olmayan kişiler gelip karnını doyuruyor.
Gazipaşa güzel bir belde, o nedenle de insanlık tarihi boyunca önemli bir yerleşim yeri olmuş. Antik çağda adı Selinus ve Gazipaşa çayının (Patomos) denize açıldığı yerde kurulu. Roma’nın en parlak zamanlarının imparatorlarından Traianus burada ölmüş; külleri Roma’ya götürülse de adına bir anıtmezar yapılmış. Bu anıt hala ayakta ama sürülü bir tarlanın ortasında, doğru dürüst tabelası bile yok. Arkeologlar ve devletimiz Selinus’a pek bakmamış, belki de iyi olmuş. Ören yerinin en ilginç ve bakımlı yeri ise kalesi. Gayet güzel kayrak taşları ile yapılmış genişçe merdivenler ile denizden bir anda 200 metre kadar yükseliyorsunuz. Kale denize dimdik inen bir yarın üzerinde, buradan aşağı bakmak cesaret işi. Ama tabii manzara da harika.
Muz tarlaları
Gazipaşa’ya ulaşım çok kolay, İstanbul’dan yaz kış günde en az iki uçak kalkıyor. Havaalanının adı Alanya-Gazipaşa olsa da Alanya’ya 35, Gazipaşa’ya ise sadece 3 km. Uçaktan indikten birkaç dakika sonra şehirde oluyorsunuz. Aslında Gazipaşa bir turizm değil, tarım beldesi. Muz bahçeleri, çilek tarlaları, salatalık, fasulye seraları hep etrafınızda. Manavlarını, hele kışın, görmeye değer. Avokado ve pek çok tropikal sebze, meyve kolayca yetiştirilebiliyor. Fethiye’nin balık hali meşhurdur, Gazipaşa’da da balıkçıdan taze balığınızı satın alıyor ve pişirttirebiliyorsunuz. Biz Özçelik lokantasında avokadolu enfes bir salatayla barbunya ve mercan ziyafeti çektik. Bol tarçınlı cevizli sıcak tahin helva da üstüne iyi geldi, balıklar midede mahzun kalmadı!
Kızılkayalar
Gazipaşa’ya bir yat limanı inşa ediliyor, şehrin denizle ilişkisi derinleşmiş olacak. Yat limanı Selinus’un deniz tarafında, kumsalın sol tarafında. Diğer uçta Kızılkayalar ve bunların dibinde Kızılin Mağarası var. Bu sahil Belediye tarafından yeni düzenlenmiş, park ve güzel kafeler, restoranlar açılmış. Söylemeye gerek yok, deniz tertemiz, pırıl pırıl.
Bir yere seyahat etmeden önce internetten bilgi toplamak rutin hale geldi. Ben de seyahat izlenimlerimi Trip Advisor’a yazıyorum, bu tip siteler gezginlere çok faydalı oluyor. Örneğin Gazipaşa’da bir öğlen yemeği için internette hakkında çok övgü olan “Tadım Ev Yemekleri” lokantasına gittik. Sahibi Ayşe Abla fevkalade bir insan ve aşçı. Kavurma, pilav, tahinli kabak tatlısı damak çatlatan cinstendi. Hakikaten tebrikler, alkışlar Ayşe Hanım’a…
Alanya Müzesi
Ertesi gün kutlama devamını yapmak üzere Alanya’ya doğru yola çıktık. Oraları neredeyse 50 yıl öncesinden biliyoruz; bir güzellik böyle mi yok edilir? Betonlaşmadan o kadar rahatsız olduk ki hemen Dim Mağarasının yoluna sapıp bir Yörük Köy Evinde “taht”a kendimizi atıverdik. Alanya’nın Kalesi, Kızıl Kulesi, Tersanesi zaten meşhurdur ama Müzesine de mutlaka uğrayın. Küçük fakat çok başarılı düzenlenmiş bir müze, neredeyse tüm insanlık ve Anadolu tarihi gayet anlaşılır metinler ve görsel objelerle sergileniyor. 51 cm.lik bronz Herakles heykeli ise tam bir başyapıt, hayran olduk. Birbirini tamamlayan, yarısı erkek yarısı kadın “Hep Sevgi Vardı” Frizi ise bizim anlamlı günümüze çok uydu. Güneşi Kleopatra plajında batırdıktan sonra akşam yemeğini Güverte Restoranda yedik. Harika bir mekân, servis ve yemekler tam 40. Yıl kutlamasına göreydi. Yemek sonrası yürüyüşte bize eşlik eden Kalenin ışıklandırması ile büyülendik.
Antiocheia Ad Cragum
2005 yılında Anamur ve Bozyazı’da muhteşem bir tatil yapmıştık. Gazipaşa-Anamur arasındaki yolun epey kolaylaştığını da öğrenince bir gün de oralara gidelim dedik. Gazipaşa’dan 20 km sonra Antiocheia Ad Cragum isimli ören yerinin görülmesi gerektiğini biliyorduk; anayoldan 3 km denize doğru saparak buraya vardık. Aman Allahım ne manzara! Burası uzun yıllar Adıyaman merkezli Komagene Krallığına aitmiş. Şimdilerde Nebraska Üniversitesi kazı yapıyor. Denizden 300 metre yüksekteki Akropolden Akdeniz’in ve kıyılarının görünümü eşsizdi, zor ayrıldık. Düzenleme tamamlanınca pek çok antik yerleşimden fazla iz bırakan bir konumda olacağını düşündük. Buradan denize doğru dar ama asfalt bir yoldan meşhur “Delikli Deniz” koyuna indik. Ne yazık ki hava uygun değildi ve burada yüzemedik ama tekrar gelmeye söz verdik. Biz ota, çiçeğe, böceğe meraklıyız, her yer muz bahçesi olunca ve de bir ailenin muz hasadı yaptığını görünce hemen yanlarına gidip sorularımızı arka arkaya sıraladık.
Muz hevenkleri
Muz devamlı güneş istiyor. Güneşi en çok gören yerlerin meyvası daha güzel oluyor. Sadece bir kez böcek ilacı sıkılıyor, yani yerli muzların hepsi epeyce organiktir denebilir. 6-7 ay kadar günaşırı sulama icap ediyor. Kışın muz hevenkleri ağaç üstünde ama naylona sarılı halde tutuluyor, çünkü dolu yağdığında muz zedeleniyor. Muz, toplandıktan sonra belli sıcaklık ve oksijen içeren özel depolarda sarartılıyor, sonra bize satılıyor. Her yıl gövdede asıl ağaç kesilip yeni sürgünlerden biri bırakılıyor, o gelecek yılın ağacı oluyor. Eski yapraklar ve gövde yerinde bırakılıyor, taşlık arazide yok denecek kadar az toprak üzerinde bunlar humus oluşturup, adeta yeni muzlar için su dışında en önemli besin kaynağı oluyor! Dimdik yamaçlarda, devamlı güneşin altında çalışan o insanları görünce bir daha muz fiyatlarından şikayet etmemeye yemin ettim. Tabii bize 20 kg. kadar ağırlıkta koca bir yeşil muz hevenki vermeyi teklif ettiler, zorla uçakta taşıyabileceğimiz kadarını aldık. Tarif ettikleri üzere eve gelince yanına koyduğumuz golden elmalar ile muz birkaç günde sarardı ve afiyetle yedik.
Anamur Kalesi
Eskiden yüzlerce tehlikeli ama bir o kadar da manzaralı virajı döndükten sonra bir tepeden Anamur’a inerdiniz, sizi upuzun bir kumsal karşılardı; şimdi denizle aranıza beton kale duvarları gibi yüksek TOKİ binaları giriyor. Şehrin simgesi Anamur Kalesi bu yapılar arasında neredeyse kaybolmuş. Anamur gibi Bozyazı da son derece çirkin bir şekilde büyümüş. Maalesef İskele tarafında, deniz kıyısında dahi bir güzellik bulamadık. Kebap yemek istemediğimiz için epey dolaştık, Allahtan çok iyi bir pide ustası denk geldi de keyif yapamasak da, geç de olsa karnımızı doyurduk.
Akdeniz sahilleri
Bir önceki seyahatimizde Anamur’a gelmeden bir balıkçı köyünde harika balık yemiştik. Yine aynı hayalle yola çıktık. Ama devletimiz Türkiye’nin en virajlı yolu olan Anamur-Gazipaşa yolunu da tünellerle, viyadüklerle, dünyanın masrafını ederek düzeltmeye ve kısaltmaya karar vermişti sağ olsun. Bu arada bizim köy ve lokantada aşağılarda bir yerlerde kaldı, yani hava aldık. Yolları kısaltıyoruz, bir yerden bir yere çok daha hızlı gidiyoruz ama bir sürü güzelliği de böylece atlıyoruz. Şimdilerde Bolu Dağı tüneli var, bir çırpıda geçiveriyoruz. Ama o Bolu Dağında biz yaştakilerin ne çok anısı var. Gece yarısı Varan’da içilen domates çorbalarının, kır lokantalarında yenen sucuklu yumurtaların tadını nerede bulacağız?
Ülkemizin her yeri güzel, ama Akdeniz sahilleri kışın yazdan daha güzel. Türkiye’nin ve dünyanın boğucu gündeminden, tatsız televizyon tartışmalarından, sıkıcı iş ortamlarından yorulduysanız atlayın uçağa, gidin Gazipaşa’ya. Hava alın, yaşayın, insanlığınızı hissedin; en azından “Askıya Bir Çorba” da siz bırakın.