Sağlık ve Sigorta Yöneticileri Derneği Başkanı Prof. Dr. Melih Bulut Uzakdoğu İzlenimlerini yazdı…
Adana’nın gururu Güneş Turizm ile harika bir Uzakdoğu gezisi yaptık. Bunu sağlayan tur rehberimiz Gizem Çopuroğlu’na ve gezi arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. Önce Singapur’a uçtuk. İlk izlenimlerimiz tropik, boğucu, nemli sıcak bir hava, yemyeşil, gayet zengin ve bakımlı bir kent oldu. Dev orkidelerle bezenmiş Orchard (bağ-bahçe demekmiş) oteline yerleştikten sonra kentin önemli alışveriş merkezlerinin bulunduğu caddede yürüyüş yaptık. Zenginlik o derece ki bazı lüks mağazaların caddenin her iki tarafında yeri var, karşıya geçme zahmeti olmasın diye! Ancak caddenin adı da Orchard idi, eski halini tahmin edemedik ama? Dile kolay, bu ada-şehir devletinde nüfus 5,5 milyon ve kişi başına gelir 53000 dolar. Singapur bir bakıma yasaklar şehri; kaldırımlara ciklet, sigara, çöp atıp olur olmaz yerde karşıya geçerseniz ceza yiyebiliyorsunuz. Ama ön balkonlara çamaşır asmak ve şehrin yürüdüğümüz meşhur caddesinde seks işçiliği yapmak yasak değildi. Sabah 10 gün süreyle evimiz olacak Sapphire Princess gemisine bindik. 2.500 kadar yolcunun bavulunu teslim alan kişi benim yarı boyumda ve sakatlığı dışarıdan belli olan bir kadındı; ama engeline rağmen işini o kadar severek yapıyordu ki o ağır bavullar ona vız geliyordu. Gemide Taksim patlamasını duyduktan ve çok derin üzüntü ve kaygılar yaşadıktan sonra iki usta aşçının buzdan heykel yapışını izlerken insan garip bir yaratık iyi de kötü de ona kolay; yeter ki istesin duygusuna kapıldım. Ertesi gün Malezya’nın Penang Adasına demirledik. Önce 30 metrelik dev merhamet tanrısı heykelinin olduğu Budist tapınağını ziyaret ettik. Daha sonra funiküler ile 850 metre yükseğe, pek süslü bir Hindu tapınağı ile caminin yan yana bulunduğu tepeye çıktık. Zaten Uzakdoğu’nun en belirgin özelliği bu hoşgörüydü. Adanın merkezi olan Georgetown’da da bir Harmoni (uyum) Caddesi var ve 1 km içinde Budist, Hindu tapınakları ile cami ve kilise birlikte yer alıyor.
Langkawi Adası
Bir sonraki durağımız girişi Göcek’i andıran Langkawi Adasıydı. Burası 550 milyon yıl yaşında dünyanın en eski adası imiş. Adada teleferikle 700 metre yükseğe çıkarak yağmur ormanlarına tepeden baktık. Manzara gerçekten harikaydı. Ucuz olmamasına rağmen 1 saate yakın sıra bekleyince belki de doğal görüntüyü bozacak diye karşı çıktığımız teleferiğin Ölüdeniz’e yapılmasında ekonomik bir yarar olur düşüncesi aklımıza gelmedi değil. Bu adada kanat açıklığı 30 m civarında olan dünyanın en büyük kartal heykeli var, zaten adanın adı da kartaldan geliyor, Beşiktaşlılara duyurulur (resim melih2). Burada jetskilerin cirit attığı, duşun olmadığı bir plajda denize girdik. Hamam suyundan daha sıcak, bulanık, tuzlu ama genelde tatsız; bizimkilerle kıyaslanamayacak bir denizdi, sırf sezonu açalım istedik. Buradaki plajda jetski kiralayan gencin dış görünüşünü, beden dilini incelediğimde aynı Fethiye Gemiler koyundaki bizim korsanları görür gibi oldum. Bazı meslekler her yerde aynı tip insanlar tarafından icra ediliyor galiba; biz hekim ve sağlıkçılar da herhalde dışarıdan benzer görünüyoruz.
İkiz kuleler
Malezya sularında dolaşıp başkent Kuala Lumpur’a uğramamak olmazdı. Burası 1800’lerde kalay işçileri tarafından kurulmuş. Şehrin evleri Beylikdüzü’nden daha düzgün ve yüksek, daireler epey pahalı çünkü şehir hızla gelişiyor. Nüfus 5 milyon, bunun 2 milyonu Malay değil farklı ülkelerden. Yeni binalar bizdeki gibi çirkin ve eski binalar daha estetik. Bizden daha beter olmak üzere bir modern iş merkezinin hemen dibinde sefalet mahallesi bulunabiliyor. Bu Tayland’da da böyle aslında. Her yerde Proton marka arabalar var, bunların motoru Mitsubishi gerisi yerli yapım imiş. Motosikletler vızır vızır ama başkentte bizimkilerin aksine kasksız motor kullanan, yaya geçidinde veya ters şeritte dolaşan motorcu görmedik. Malezya petrol zengini, Petronas’ da devletin petrol şirketi. Tabii paslanmaz çelikten meşhur ikiz kulelerin sahibi de bu şirket (resim melih3). Bu kulelerin her birinde 4500 kişi çalışıyor, altlarında 5000 araçlık otopark var. Zaten Uzakdoğu’ya gidince ölçekler hemen değişiyor. Örneğin limanlar bizimkilere göre devasa, Haydarpaşa bile yanlarında balıkçı barınağı gibi kalıyor. Singapur limanında günde 350 büyük konteyner gemisi yükleme boşaltma yapabiliyor; üstelik gemiden gemiye aktarma da olabiliyor.
Hindu mağara tapınağı
Kuala Lumpur’da dünyanın en büyük Hindu mağara tapınağı var. Burada sizi önce 43 metre yükseklikteki dev tanrıça heykeli karşılıyor, heykel sapsarı ancak altın değil (resim melih4). Uzakdoğu’ya sırf altın tapınakları görmek için gidilebilir, gerçekten çok güzeller. Ama bir taraftan sefalet varken bu ne iş diye de kendinize sormadan edemiyorsunuz. Heykelden sonra Batu Mağarasına 350 kadar merdivenle ulaşıyorsunuz, kadınlar diz ve omuzlarını örterek girebiliyorlar. Budist tapınaklarda da aynı usul var. Mağaralar kadar etraftaki makak maymunları da dikkat çekiciydi. Bizdeki sokak kedi köpekleri yerine burada maymunlar var ama fevkalade arsızlar ve akrobatikler. Örneğin bir anne yavrusu kucağında ve meme emerken her türlü hareketi yapabiliyor (resim melih 5).
Aslanlar şehri
Kuala Lumpur’dan deniz yoluyla Singapur’a girerken bizi Marina Bay Sands otel karşıladı. İlginç mimarisiyle hemen dikkati çeken bu otel 3 bloktan oluşuyor. 350 metre yüksekliğinde ve üzerinde 205 metre uzunluğunda gemi görünümünde restoran, bar çeşitli sosyal alanlar olan bir kat var. Evet yanlış duymadınız bir gemi! Bunu nasıl yapmışlar diye düşünürken şehrin finans merkezi karşınıza çıkıyor. 100 yıl önce bir balıkçı köyü olan Singapur yani aslanlar şehri artık bölge ve dünya için çok önemli finans ve ticaret merkezi. Endonezya’dan kahve, Hindistan’dan çay, Çin’den ipek derken şimdi Rotterdam ve Hudson’dan sonra dünyanın 3. büyük rafinerisine sahip. Petrol çıkmayan bir ülkede petrol işleniyor ve tüm Asya’ya satılıyor. Ama Singapur artık sadece ticaretten ibaret değil. 500 hektarlık Sentosa (sakinlik demek) adasını eğlence ve oteller merkezi haline getirmişler, çocuk ve torunlarla günlerce takılabilirsiniz. Madam Tussaud müzelerinden hep uzak durmuşumdur, hata etmişim. Burada önce profesyonel aktörler eskinin dekor ve hatta kokularıyla geçmişi canlandırarak Singapur’un kuruluş öyküsünü aktardılar. İnşaat işçisi Çinli kadınlar, zavallı hamallar çok çarpıcıydı doğrusu. Sonrasında Marilyn Monroe, Nicole Kidman, Gandi, Mandela, Singapur’un efsane lideri Kew gibi hayran olduğum şahsiyetlerle aynı mekânda bulunmak ve fotoğraf çektirmek ayrı bir heyecan verdi. Adada bir de akvaryum var. Defibrilatör, soğuk su, tuvaletlerdeki çocuk psiuar ve lavaboları yani her şey önce insan düşünülerek tasarlanmış. Akvaryum girişinde şimdilerde ama eski malzeme ve teknik kullanılarak yapılmış bir 9. Yüzyıl Umman gemisi var. Kerestesi Gana’dan elde edilmiş, Hindistan cevizi lifleri, keçi yağı destek malzeme olarak kullanılmış ve Umman’dan Singapur’a yüzerek getirilmiş; aynı Kontiki macerası gibi. Akvaryumdaki denizanaları ile deniz ejderhaları bölümleri çok etkileyiciydi.
Bangkok’tayız
Singapur’dan bu sefer güler yüzlü insanlar ülkesi demek olan Tayland’ın başkenti Bangkok’a doğru yola çıktık. İstanbul’u hiç aratmayan trafikte bizi şeker pembesi renkli taksi ve otobüsler, tuktuk denen araçlar karşıladı. İnsanlar koyu renkli ve bu ülkede bronzlaşma değil beyazlaşmanın moda olduğunu birçok yol kenarı ilanıyla öğrenmiş olduk. Bir tapınaklar şehri olan Bangkok’ta her yerde altından buda heykelli tapınaklar ve fakirlik bir arada mevcut. Nehir gezisi sırasında kralın eski sarayının tam karşısında çok değil 50 m ötede acayip yoksulluğu görmek korkutucuydu. Demek ki kral oralara bakmıyor dedik. Bütün ekip masaja girdik, küçücük elleri kaplan pençesi, ayakları fil ayağı gücüne ulaşmış usta masöz kadınlar bizi hamur gibi yoğurdu. Ben birkaç kere masaj yaptırmıştım ama teknik, tecrübe, gerçek Thai masajının ne olduğunu orada anladım. Bangkok’ta şehir gezisi yaparken hastanelerin çokluğu dikkatimizi çekti, içlerine giremedik ama sağlık turizminin boyutu dışarıdan bile anlaşılıyordu.
Ko Samui adası
Ertesi gün Tayland’ın turistik bir adası olan Ko Samui’ye geldik. Burası Hindistan cevizi cenneti, 3 milyon ağaç var, koca Bangkok’un ihtiyacını bu ada görüyor. Hindistan cevizi ince uzun gövdeli ağacın tepesinde yetiştiği için insanlar en fazla günde 200 tane, halbuki eğitilmiş maymunlar günde 1000 tane toplayabiliyorlarmış. Adada dede ve babaanne denen ilginç bir kayalık var. Özelliği hakikaten şaşılacak derecede kadın ve erkek genital organına benzeyen kayaların bulunması. Tabii tüm turistler akın akın buraya gelip resim çektiriyorlar. Ko Samui’de güzel bir plajda denize girdik. Seyyar satıcılar, büyük askılardan oluşan tezgahları sırtlarında devamlı ve değişimli olmak üzere elbise, hediyelik eşya, şapka, mayo, deniz yatağı, meşrubat, dondurma, sandviç satıyorlardı. Burada deniz daha berrak, daha serin ama rüzgarlıydı. Bu güzellikte bir eksik var dedik, gözlerimiz martıları aradı.
Orkide bahçesi
Son günü tamamen Singapur’da geçirmek üzere gemiden hüzünle ayrıldık ama şehrin güzellikleri bize her şeyi unutturdu. Singapur’da her yer sosyal alan yapılmaya çalışıldığı için örneğin havaalanında fiyatlar şehirle aynı tutuluyor. Ya da botanik bahçeleri insanlar gelip spor yapabilsin diye sabahın köründen gecenin yarısına kadar açık ve ücretsiz. Sadece orkide bahçesi ücretli, ona da değiyor. Orkide bahçesinin güzelliğini söz ve fotoğraflarla anlatmak mümkün değil mutlaka kendi gözünüzle görmelisiniz. Bahçeden çıkınca küçük ama çok zevkli eşyalar satılan bir hediyelik dükkanı sizi bekliyor. Biz de de tüm turistik beldeler bunlarla dolu ama güzel bir şeyler bulmak pek kolay olmuyor. Burada orkideleri özel bir teknikle altın kaplıyorlar ve makul fiyatlı kolye yüzük gibi eşyalar yapıyorlar. Tek kusurları erkekler için fazla seçenek yok. Tabii insanlar deli gibi alışveriş yapıyor. Her insan yerleşimi gibi gerçekte Singapur da mükemmel değil. Örneğin Çin Mahallesi tüm dünyadaki benzerlerinden farksız. Oralarda dolanırken lise öğrencileri bize Çin Mahallesiyle ilgili düşüncelerimizi sordular; öğretmenleri ödev vermiş. Hint-Arap ve Çin mahalleleri neredeyse yan yanaydı ve herkes kendi düzeninde yaşıyor; ortak çıkar insanları bir arada tutuyor diye düşündük.
Singapur’da deniz doldurulmuş
Singapur’da arazi yeterli olmadığı için havaalanı başta olmak üzere pek çok gerekli yer deniz doldurularak inşa edilmiş. Gardens Bay Marina’da (melih 6 resim) böyle deniz doldurularak ve dünyanın dört bir köşesinden ağaçlar, bitkiler getirilerek kurulmuş büyük bir bahçe. Burada içinde 35 m yüksekliğinde şelale olan dünyanın en büyük serası var, bizden de bir incir ağacı bulunuyor. Bahçede insan yapımı 18 tane ilginç bir ekosisteme ev sahipliği yapan süper ağaç var. Bunları ışıklandırdıkları için geceleri ayrı bir güzel oluyormuş. Benzerlerini Midilli’de gördüğümüz pütrifiye ağaçlar, ağaçtan yapılmış mobilya ve heykeller bahçenin sosyal alanlarını süslüyor. Bu muazzam bahçeden yazının başında söz ettiğimiz 2500 odalı Marina Bay Sands otelin altında bulunan alışveriş merkezine geçtik. Otelin dış cephesi ve AVM gerçekten zevkli, modern mimari harikası diyebilirim. Artık burayı da görünce tamamen pes ettik ve insanoğlunun iyi yönetim, dürüstlük ve insan merkezli bakış açısıyla dünyada cenneti nasıl yaratabileceğini görmüş olduk. Havaalanında da bu felsefe kendini hemen hissettiriyordu, örneğin ücretsiz ayak masajı yapan makinalardan yararlanıp dinlendik.
Uzakdoğu’yu birkaç sayfada anlatmak mümkün değil. Eşim Ayşen’le meraklı olduğumuz ağaç, bitki, çiçek fasıllarına pek girmedim. Farklı bir dünya, farklı insanlar ama dünyanın geleceğinde de daha fazla söz sahibi olacak insanlar, orada o enerjiyi hissediyorsunuz. Önerim balayı, bizim gibi 40. Yıl evlilik yıldönümü kutlaması gibi bir vesileyle oraları mutlaka görmeniz. Üstelik doğuya doğru gittiğiniz için jetlag denen durumu Amerika ve batıya göre pek yaşamıyorsunuz. İyi seyahatler…