Prof. Dr. Melih BULUT
Darbe, adı üstünde, çok ağır bir travma yaratır ve herkesin hayatını doğrudan etkiler, iz bırakır. 15 Temmuz Darbesi, başarısız olsa da, toplumda, hepimizin üzerinde önemli etkiler yapacak. Hiçbir şey ve hiç kimse eskisi gibi olmayacaktır. Doğal olarak sağlık sistemimiz de darbeden etkilenmiştir ve etkilenmeye devam edecektir. Ben bu yazımda daha çok darbenin sağlık sektörü üzerindeki bazı olumsuz etkilerini olumluya çevirmek için neler yapabileceğimizi tartışmak istiyorum.
Bir ülkede darbe mevcut siyasi rejimi ve iktidarı zor kullanarak değiştirme girişimidir ve bu da durup dururken olmaz. Bir bakıma darbeye zemin hazırlayan rejimin ta kendisidir. Bu nedenle bir darbe girişimi başarılı olsun ya da olmasın her darbe sonrasında siyasi rejim şu ya da bu şekilde bir miktar değişir, değiştirilir veya değiştirilmek istenir. Türkiye’de de, kişi ve partilerden bağımsız olarak ifade ediyorum, rejim tartışmalarının yapılması doğaldır. Doğal olmayan; rejim tartışması yaparken darbe ortamını üreten sistem sorunlarını çok ciddi biçimde ve etraflıca gözden geçirmememizdir. Benim naçizane kanaatim ülkemizi 15 Temmuz’a götüren sürecin en önemli sebebi çok uzun yıllardan beri, belki de asırlardır süregelen aşırı merkeziyetçi, devletçi ve aynı zamanda hep birilerine karşı ayırımcı olan yönetim anlayışımızdır. Sağlıkta da önümüzü tıkayan etkenlerden birisi budur. Türkiye, coğrafi özellikleri ve tarihi geçmişi nedeniyle olsa gerek, yörelere göre çok farklı nüfus özellikleri göstermektedir. Bölgeler arasında ekonomik, demografik, sosyokültürel farklılıklar epey fazladır ve bu durum sağlık hizmeti sunumunu doğrudan etkiler. Bir anayasal hak olarak devletin vatandaşlarının sağlığını gözetmesi tartışılmaz bir ihtiyaçtır ama hizmetin sunum şekli, finansmanı ve sürdürülebilirliğini sağlamada bölgesel özelliklerin fazlaca dikkate alındığını söyleyemeyiz. Yaşadığımız terör eylemleri ile farklılıklar daha da artmakta, özellikli bölgelerde sağlık hizmet sunumu zorlaşmakta. Bu gerekçeyle, sağlık için, çekinmeden yerelden yönetimi cesaretle hayata geçirmeyi savunmalıyız. Yerelleşme ile, bir bölgedeki tüm sağlık kuruluşları entegrasyon içinde, sağlığa bütünsel olarak yaklaşım yapabilir.
Sağlıkta yerelleşme
Sağlıkta yerelleşme Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın şimdiye kadar bir türlü çözemediği bazı temel sorunlara da çare olabilir. Bugün hastaneler aile sağlığı merkezlerinden, ilçe sağlık müdürlükleri halk sağlığı kurumundan kopuk halde hizmet üretmeye çalışıyorlar ve tam başarılı olamıyorlar. Açıkçası bir karmaşadır gidiyor. Neredeyse kimsenin birbirinden haberi yok. Dünyanın her yerinde sağlık otoritelerinin hizmetin etkinliğini, çalışanın verimliliğini ve hasta memnuniyetini sağlamada iyi etkileri üzerinde hemfikir olduğu sevk zinciri maalesef bir türlü hayata geçemiyor. Türkiye’de tedavi hizmetleri sunan sağlık sektörü eskisinden çok farklı, çok ileri. Neredeyse her ilde gelişmiş bir hastane var. İl bazında çözümler için bu yazıda ayrıntısına girmeyeceğim ama örnek olarak, alınabilecek uygulamalar var. Örneğin İran yerel bazda bir üniversite rektörüne müsteşar düzeyinde yetki vererek tüm sağlık hizmetlerinden ve sağlık eğitiminden sorumlu kılıyor. Birinci, ikinci, üçüncü basamak arasında ve hizmet, eğitim, araştırma sacayağında bütünlüğü sağlıyor. Ambargo yıllarında bu çözümün etkili olduğunu, İran’ın tüm kısıtlamalara rağmen ilaç endüstrisi ve sağlık turizminde başarılar elde ettiğini vurgulamak lazım.
“Verimliliğe odaklanmalıyız”
X, Y, Z kuşağı, teknoloji devrimi derken yönetim anlayışları da hızla değişiyor. Bugün artık şeffaflık, hesap verilebilirlik, işbirliği gibi kavramlar çok ön planda. Bizde sağlık alanında hem hizmet sunucu, hem denetleyici, hem finansör olarak çok etkili olan kamu otoritesi de yönetim anlayışını günün geçerli normlarına göre yenilemeli. Liyakate ve yeterliğe dayanan atamalara çok ihtiyacımız var. Ayrıca kamu otoritesi sağlıkta rüştünü ispatlamış, kişisel, mesleki menfaatlerden çok Türkiye’nin sağlığını düşünen sivil toplum örgütleri başta olmak üzere pek çok kurumla işbirliğini alabildiğine arttırmalıdır. Sağlıkta birçok alanda karar vericilere yol gösterecek, sadece üniversite öğretim üyelerinden değil, geniş kesimlerden temsilcilerden oluşan paylaşımcı, özerk yapıların sisteme girmesine acilen ihtiyaç var.
Darbe girişimi sırasında yüzlerce vatandaşımızın ölmesi, sonrasında hızlanan terör olayları ve Suriye, Irak savaşları insanlarımızda haklı olarak güvenlik kaygısını çok ön plana çıkardı. Bu kaygı nedeniyle insanlar ihtiyaçlarını erteliyorlar, en azından daha “hesaplı” çözümlere yöneliyorlar. Bu özellikle sağlık özel sektörünü de kötü etkiliyor. Türkiye’nin yakın tarihte yaşadığı diğer krizlerden farklı olarak bu krizde işi yolunda olan hiç bir kesim yok, herkes zarar yazıyor. Sadece ülke içi şartlar değil ekonomik dış ortam da olumsuz. Dövizin devamlı yükselmesi dövize çok bağımlı olan sektörü vuruyor; örneğin 2016 hedeflerini tutturabilen bir özel sağlık firması var mı bilemiyorum. Bu şiddetli tsunaminin etkilerinden sadece CEO değiştirerek, pazarlama bölümlerini takviye ederek, reklam yaparak çıkılmaz. Burada özel hastanelerin ciro takıntısına da vurgu yapmak istiyorum. Artık ciro kadar giderlere, yani verimliliğe de odaklanmalıyız.
Darbenin getirdiği sıkıntılar
2016 OHSAD Kongresi’nde verimliliği Ortak Akıl toplantısının konusu olarak sağlık kamuoyunun önde gelenleriyle geniş biçimde konuşmuştuk. Orada ortaya çıkan en önemli sonuç hastanelerde ve sağlık kurumlarında aslında ölçülerek artırılabilecek pek çok verimlilik alanının var olduğu ama maalesef bunları yeterince değerlendirmediğimizdi. İşte darbenin getirdiği sıkıntılarla bu bir fırsat olmalı ve görev yaptığımız kurumlarda verimliliği değerlendirip, nasıl arttırabileceğimizi icabında konunun uzmanlarından da yararlanarak araştırmalıyız. Verimliliği sağlama gibi sağlık kurumlarında çok ihmal ettiğimiz bir diğer konu da insan kaynağının geliştirilmesi. Maalesef hizmet içi eğitim için, bilhassa özel hastaneler, para ve zaman ayırmıyor. Eğitim yapılan yerlerde de niteliğini sağlama sorunları bilinen durumlar. Sonuçta kendini geliştiremeyen çalışanlar bir süre sonra ciddi bir verimsizlik odağı haline gelebiliyor. İş yükünün azaldığı böyle dönemlerde küçük bütçelerle etkili olarak yapılacak eğitimler çalışanları en azından motive ederek fevkalade yararlı olmaktadır.
Sağlık turizmi ve darbe
Darbe, terör ve savaş sağlık turizmini de fena vurdu. Bu alanda da kriz bir fırsat olarak nasıl kullanılabilir, düşünmeliyiz. Uzun zamandan beri kendi aramızda sağlık turizminde önemli yanlışlar yaptığımızı konuşuyor ve bir gün duvara toslayabileceğimiz endişesi taşıyorduk. Artık Bakanlık, hastaneler, üniversiteler, ilgili sivil toplum kuruluşları, kanaat önderleri akil insanlar bir araya gelmeli ve bu sefer sağlık turizmini sağlam temeller üzerine yeniden inşa etmeliyiz. Burada en önemli şiar “Hastayı kim tedavi ederse etsin ama Türkiye’de etsin” olmalıdır. Yani herkes yıkıcı rekabetten kesinlikle kaçınmalıdır. Bugün nesnelerin interneti çağını yaşıyoruz, kullandığımız cep telefonları, bilgisayarlar birbirleriyle işbirliği yapıyor ama biz sağlıkta tüm aktörler arasında işbirliğini bir türlü hayata geçiremiyoruz. Bunun için Sağlık Bakanımız ve Bakanlığımız sektöre liderlik yapmalıdır. Aslında sağlık turizmi yenilenmiş bir yönetim anlayışını ve dolayısıyla etkin işbirliğini hayata geçirebilmemiz için çok uygun bir alan olabilir. Önerim; Sağlık Bakanlığının sağlık turizmini de bir anlamda yerelleştirmesi. İl sağlık müdürlerini kendi illerinde sağlık turizmi insiyatifleri kurması için yüreklendirelim. Böylece Kütahya’da kaplıca işi öne çıkarken İzmir’de yaşlı sağlığı öne çıksın. Hastalar en iyi tedaviyi hangi kurumdan alacaklarsa ona göre bir planlama il bazında yapılsın. Hasta yollayan ülkelerin hep gündeme getirip talep ettiği sağlık elemanlarının eğitimi için de işbirliği yapılabilsin, kısıtlı kaynaklar çok yönlü olarak daha etkin kullanılabilsin. Belki önceleri bazı kurumlar diğerlerine baskın olmaya, ya da bal tutan parmağını yalar misali pastadan daha fazla pay kapmaya çalışır ama ortak çalışma sayesinde bir süre sonra bunlar aşılabilir. Bakanlık akreditasyon gibi, fahiş fiyatlandırmayı önleyici tedbirleri almak gibi düzenlemelere yoğunlaşsın.
“Sistem sorunları çözülmeli”
Darbeyi halkın tepki göstermesi başta olmak üzere birçok hasletimizle boşa çıkardık. Şimdi iş darbeyi mümkün kılan, darbe yapma anlayışını besleyen sistem sorunlarımızı çözmekte. Sistem ve rejim tartışması yaparken herkesin farklı görüşü olabilir. Anayasa yaparken, yeni bir siyasi sistem kurgulanırken tüm fikirlere saygı duyulmalı, dikkate alınmalıdır. Ben; hem genel yönetim anlayışımızda, hem de sağlıkta aşırı merkeziyetçi ve devletçi bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini; ancak böylece asırlardır süren sıkıntılarımızı ve büyük problemlerimizi aşabileceğimizi düşünüyorum. Ayrıca devlet, üniversite ve özel hastaneler başta olmak üzere tüm sağlık sektörü daha verimli çalışmanın, içe kapalı kalmak yerine çok çeşitli kesimler ile işbirliğini geliştirmenin yollarını aramalıdır. Unutmayalım, insan başka insanlarla işbirliği yapabilmesi sayesinde dünyanın hâkimi oldu, darbenin yıkıcı etkilerini de bu becerimizi geliştirerek kolayca aşabiliriz. Biz sağlıkçılar olarak birbirimize diğer sektörlerden farklı biçimde çok değerli insani bağlarla zaten bağlıyız ve etkin işbirliğini başarmamız ve onlara örnek olmamız bir anlamda görevimiz!